27 Mayıs 2010 Perşembe

ilk gün

İlk gün, bebeğin bir problemi olduğunu öğrendiğim ilk an, bugüne dek yazamadığım, sonunda bir cesaretle işe koyulup bir avazda bitsin istediğim...
Doğuma 3 hafta kala, izne çıktığım gün, 200 kişilik ofisteki herkese mail atıp "ben anne olmaya gidiyorum, 4 ay sonra görüşürüz" dediğim, insanların beni kapılarda uğurladığı gün...13 Ağustos Cuma...13.cuma...
Eşim beni kapıdan alıyor, doktorumuza gidiyoruz güle oynaya. Ultrasona giriyorum, doktorumda bir sessizlik.. Soruyorum "ne oluyor?" "Bir dakika" diyor. Bakıyor, bakıyor o karıncalı görüntüye. "Bir problem var" diyor  sonunda "başı çok fazla büyümüş, bir şey var beyninde anlayamıyorum." "Nasıl " diyorum gülerek "şaka dimi, çok iyiydi ya herşey?"  "hemen hazırlan Mehmet'e git, ondaki makineler daha iyi, o daha net görür ve anlar"  diyor aceleyle.  Yolladığı kişi kardeşi, tanışıyoruz önceden.. Mehmet'de da bakıyor uzun uzun ekrana, hiç konuşmuyor, hiç susmaz oysa ki. 
Sessizlik uzadıkça elimi tutan eşimin yavaş yavaş aşağı doğru çömeldiğini hissediyorum, bacaklarında güç kalmıyor, belli.   Bense nasıl sinirliyim, nasıl kızgın, kime, neye belli değil.  Deli cesareti gelmiş "söyle" diyorum "nedir durum?" "beyinde bir kitle var" diyor." "Peki " diyorum "neye yol açar?", "bilmiyorum" , "ihtimalleri söyle" , "yaşamayabilir, engelli olabilir, bir operasyonla kurtulabilir, bilmiyorum", " peki" diyorum  "şimdi ne yapacağız?", " bilmiyorum." Delireceğim yok mu bir bilen?  Milyon soru var aklımda.
Eşim yerde oturmuş kafası kollarının arasında.  Hiç konuşmuyor.
"Hocama yollayacağım sizi " diyor Mehmet  "Muaynehanesi Nişantaşında" Kalkıyorum ayağa başım dik, kaşlarım çatılı "gidelim bakalım" diyorum "bir de o baksın". Arabada eşime dönüp "yanılıyorlar dimi?" diyorum. Nişantaşının her zamanki trafiği.  Hava güzel, insanlar sokaklarda. Nasıl şaşırıyorum insanlara, nasıl inanamıyorum hayatın hala devam ettiğine, nasıl da nefret ediyorum o an oradan, o insanlardan. Kimse niye ağlamıyor?
 Buluyoruz 3. doktoru, giriyoruz bekleme odasına.   Odada bekleyen hamile kadını görünce düşüyor ilk gözyaşım, devamında fırtınası ile beraber.  Susamıyorum. Koltuğa yığılıp ağlıyorum.  Doktor kolumdan tutup içeri alıyor, neşelendirmeye çalışarak.  Ekrana bakınca birden ifadesi değişiyor.  Bu ifadeyi daha sonra karşılaştığım tüm doktorların yüzünde görüyorum. "bu iş zor, çok zor"  ifadesi.  Ağlamayı kesiyorum, anlıyorum bir savaş olacak bundan sonra, güçlü olmam lazım.  Ertesi gün Cerrahpaşaya gelmem gerektiğini söylüyor, oradaki beyin cerrahı ile görüştürecek bizi.  "Ne yapılabilir" diye değilde "ne yapılamaz"ı konuşmaya...
 Eve dönüyoruz, ilk telefonumu açıyorum önce ablama, sonra eşimin kardeşine.  Gün boyu hep düşünüyorum annemin haberi olmasın diye.  Ablama da tembihliyorum söylememesini.  Fakat içimde dayanılmaz bir istek oluşuyor onu aramak için, direnmeye çalışıyorum.  Zaman geçmiyor bir türlü, içimde bir şey büyüyor, büyüyor ve sonunda annemi arıyorum. Sesini duymam lazım başka bir şey değil, sadece sesini duymak istiyorum "alo" diyor ve ben patlıyorum sadece "anne" diyebiliyorum hıçkırıklarımın arasından defalarca "anne... anne ........"

2 yorum:

  1. şimdi sana anne diyen biri var. sen yokken bile, seni çağıran, çoklukla neşe içinde, olanca şımarıklığıyla; anne, anneeee!

    YanıtlaSil
  2. O kadar iyi biliyorum ki o ani sadece ben yasadim saniyordum ama ayni yilda birkac ay oncesinde sadece, hickiriklarim kmlerce uzaginda annemden avazim ciktiginca bagirmak istemistim bende:( Ama hersey gibi o gunlerde gecti.Zordu ama gecti,bir sekilde anne diyen oglum var benimde:)

    YanıtlaSil