14 Mart 2013 Perşembe

perşembe anneleri



www.aylinanne.com da yeni bir ropörtaj yayınlanacak. Güzel bir konu başlığı açmış Aylin Hanım. Perşembe anneleri. Ben de onlardan biri olacağım bu perşembelerin birinde ...


Sizi tanıyabilir miyiz?


Günün ne getireceğini hep merak eden, her şeye hala şaşırabilen, insanların hikayelerini dinlemeyi ve yazmayı seven, hayal kuran, çok konuşan, çok gülen, çalışan bir anneyim. Tasarımcıyım. Mesleğimin ve engelli çocuk annesi olmanın getirdiği farklı bir bakış açısına sahibim. Günü güzel ve neşeli geçirebilmek, ileriye dair plan program yapmamaya çalışmakla uğraşıyorum. Çünkü öğrendim ki plan program yapmak hiçbir şeyi garantilemiyor. Boşuna sıkıntı yaratıyor ve gerçekleşmezse de hayal kırıklığı.



Nasıl bir hamilelikti? Beklentileriniz nelerdi?

Çocuk sahibi olmayı çok istiyordum. 30 yaşında hamile kaldım, hep bir oğlum olsun istedim. Yaşamı onunla paylaşmak, hayatıma bir ışık getirmesi ve mutlu bir birey yetiştirebilmekten başka bir beklentim yoktu. Normal bir hamilelikti, taa ki son haftama kadar. Son kontrolümde bebeğin beyninde bir kitle olduğunu fark ettiler. Tüm kontrollere girmeme rağmen geç fark edildi, ama benim için fark etmeyecekti.



Doğum hikayenizi dinlemek isteriz, eğer uygun görürseniz yine.

Kitle tespit edildikten sonra, hemen sezeryene alındım. Doğum gerçekleşti, o anlarda bile moralimi bozmamaya çalıtım. Ayılır ayılmaz bebeği sormuşum, “iyi mi?” diye, iyi dediler, ağladı, merak etme. İlk gördüğüm an, kucağıma verişleri, üzerine giydirdikleri tulum, şapka hiç gözümün önünden gitmiyor. Baktım, ne kadar tatlı ne kadar güzel geldi, kafası, saçları, teni, pembecik, ağzı burnu ne kadar düzgün dedim içimden. Çok ama çok sevindim. Emmesinde, yutmasında hiçbir problem olmamasının ne kadar önemli olduğunu o zaman bilmiyordum, sonra öğrendim. 6 gün kaldık hastanede sonra eve çıkıyoruz dediler, ama başka bir hastaneye götürüldük. Meğer hemen ameliyata alınacakmış. Eşim beni ilk ve son kez orada kandırdı. Kendimi hazırlamamıştım, eve gidiyoruz zannetmiştim. 6 günlük bebeği ameliyathane kapısında teslim ettiğimde ve bana imza attırmaya çalıştıklarında kontrolümü kaybettim. İlk kez ağladım hem de çok. Bu andan itibaren ne eşim ne de doktorlar bana açıklama yapmadan, önceden haber vermeden hiç bir şey yapamayacaklarını anladılar. 6 günlük anne bile olsanız bir anda panter kesilebiliyorsunuz. Ameliyat 10 saat sürdü. Düşündüm, düşündüm ve bundan sonrasının çok zor ve uzun geçeceğine, kendime iyi bakıp bebeği emzirmem gerektiğine, yapabileceğimin en iyini yapmaya karar verdim. 1 hafta Yoğun bakımın kapısında sandalyede oturdum. 2 saatte bir içeri girip emzirdim. Resimleri var o zamanın. Üzerimde önlük, eldiven, kucağımda başı sargılı Umut, yüzümde kocaman bir “her şey iyi olacak” gülümsemesi. Çok inat ettim, çok fısıldadım Umut’un kulağına her şey iyi olacak ve biz çok mutlu bir aile olacağız diye. Umutta çok inandı bana, hiç üzmedi, hep direndi, dayandı, savaştı, hep gülümsedi hayata.



Anne olmadan önce anneliği neye benzetirdiniz? Anne olunca neler düşündünüz? Benden bir tane daha olacak ama bana benzemeyecek diye düşünürdüm. Kendimden çok daha fazla seveceğim, herkesin her şeyin önüne geçecek bir varlığa sahip olma fikri beni heyecanlandırıyordu. Anne olunca bu kadar çok endişeleneceğimi ve korkacağımı hiç düşünmemiştim. Çok ama çok büyük bir sorumlulukmuş meğer. Annelik meğer bir yetememe haliymiş, büyük bir yumruk oturmasıymış kalbe. Sevmek ama acıtırcasına sevmek, bu kadar büyük duygu seli beklemediğim bir şeydi. Anne olduktan sonra anneliği çok hafife aldığımı anladım. Ne yapsanız eksik kalıyor duygusuyla baş etmeye çalışmakmış meğer. Kendini yetersiz bulma, en iyisi için çabalama, çırpınma ve kendinden geçme deliliğiymiş. İlk seneler böyle geçiyor sonra belki de hormonların oturmasından kaynaklı insan rahatlıyor. Bu benim çocuğumun engelli olmasından kaynaklı diye düşünmüyorum, çevremdeki yeni annelerin hepsinde bunu gözlüyorum.



Umut' un hikayesi nasıl başladı ve sizi nerelere götürdü? Tanısı neydi?

Umutun beyninden 6 günlükken çıkartılan kitlenin kötü huylu bir tümör olduğu ortaya çıkınca bizim yolumuz çziildi. 1,5 sene çok yoğun süren bir kemoterapi zamanı başladı. Tüm süreç hastanede geçti. 28 günlüktü ilk kemoterapisini aldığında. İlk 2 haftayı küvözde yeni doğan bölümünde geçirdi. Baktım olacak gibi değil, beni de yatırın dedim, daha büyük çocukların kanser tedavisi gördüğü serviste bebeğimle beraber olmak istedim. Sanırım aldığım en doğru kararlardan biriydi. Kucağıma aldım ve bir daha bırakmadım, tüm ilaçlarını kucağımda aldı, 5 ay boyunca emzirdim. 5 ayrı anne ve 5 ayrı hasta çocukla odamızı paylaştık. Yatağımızı ve mini konidinimizi evimiz yaptık, rengarenk çarşaflar, oyuncaklarla süsledik. İlk defa 10 aylıkken o yatakta gülümsedi bana.

Engelli olup olmayacağı o zamanlarda konuşulan bir konu değildi. Savaşımız çok başka bir şey içindi, hayatta kalmak. Eşim, annem, arkadaşlarım hep yanımdaydı. Yorgunluktan düşüp bayılacak gibi olduğumda onlar koştular. Çok sonra kemoterapi bitti, epilepsi krizleri kontrol altına alındıktan sonra “engelli olduğu” tanısının da “cerebral palsy “ olduğunu açıklandı doktorlarca. Tepkimiz ne oldu biliyor musunuz? Umursamazlık. Biz kocaman bir savaşı yenmiştik, artık evimizdeydik, yüzümüz gülüyordu, çevremiz bizi seven insanlarla doluydu. Engelli olma durumu bir varoluş biçimiydi, başka bir şey değil. Buna göre bir hayat yaşayacağımız , uzun terapiler geçireceğimiz kesindi ama altından kalkılamayacak bir şey değildi bizim için. Umut’un engeli bizim yaşam biçimimiz oldu. Evimizi değiştirdik öncelikle. Daha sosyal olacağımız bir siteye taşındık. Herkesle tanıştık, tatillere çıktık, onu asla hiçbir şeyden yoksun bırakmak istemedik. Hastanedeyken en büyük hayalim çocuğumla parka gidebilmekti, 2 sene önce Kaçkarlara çıkarttık Umut’u 



Özel eğitim ve rehabilitasyon desteği alıyor mu?

Evet, kemoterapi tedavimiz bittiğinden beri fizik tedavi görüyor, kaba motorlarda problem var hala. Farklı yönlerde ilerleme gösteriyor, sırayla gitmiyor. Desteksiz oturma ve emekleme yok mesela ama kollarının altından desteklenince adım atıp ilerliyor. Hiç mantıklı değil, ama Umut mantıktan oluşmuyor zaten, başka bir şey o.

İki sebe önce hayatımızda bir değişiklik oldu. Bir okul açıkdığını duyduk, sadece cerebral palsi li çocuklar için. Çok çekinerek başvurdum açıkçası. Hep aklımda öz bakımı var, bu çocuğun altını kim temizler, yemeğini ben bile zor yediriyorum başkası nasıl yedirir, kim anlar ne dediğini, kim ilgilenir? Okul müdürü beni ikna etti, iyi ki de etti, meğer Umut çoktan hazırmış okula gitmeye. Meğer ben onu bebek zannederken o çoktan büyümüş. Bir çiçek gibi açtı Umut okulda. Çocukların arasında duramazdı, ani seslerden ürkerdi, önce başkası harekete geçsin onunla ilgilensin isterdi, şimdi bambaşka, kendine güveni geldi. Çok seviyor okulu. Tüm gün devam ediyor, şimdi birinci sınıfta. Sınıf arkadaşlarının çocğundan fiziksel olarak geri ama bir şekilde kendini ifade ediyor, uyum sağlamak ve programı takip etmek açısından en gayretlilerinden biri.



Varolan uygulamalar hakkında ne düşünmektesiniz?

Var olan uygulamalar o kadar az ve yetersiz ki. Konunun uzmanı çok az insan var. Doğru yeri bulmak çok zor. Konuşulan paylaşılan bir alan değil bu. Çok araştırmak sormak gerekiyor. İşin kötüsü sömürüyede çok açık. İnsanın en zayıf noktası evladı, bunu kullanıp para kazanan çok kişi ve kurum var. Kimse taşın altına elini koymak istemiyor, tüm sorumluluk aileye bırakılmış durumda. Buna doktorları ve devleti de katıyorum. Çocuk iyiye de gitse kötüye de gitse aile yüzünden. Çünkü çok yalnızız. Kimse var olduğumzun farkında bile olmak istemiyor. Yapılan her şey “miş” gibi. Engellilere önem veriyor”muş” gibi. Karanlık bir tablo çiziyorum belki ama maalesef durum bu. Yol yok, kaldırım yok, tedavi merkezi yok, alet yok, edevat yok. Yok oğlu yok. Bugün çocuğunuzun ayakta durabilmesi için bir alet almaya kalksanız binlerce dolardan bahsetmeniz gerek. Bu ülkede milyonlarca engelli var. akıl alacak gibi değil.



Elinizden gelse, özel eğitim ve rehabilitasyon alanında neleri değiştirmek ve geliştirmek isterdiniz?

Farkındalığı geliştirmek isterdim öncelikle. Bu çocukların hepsini sokağa çıkartmak ve toplum bilincini geliştirmek. Kendimize ve halimize acıyan, üzülen anne babalar olmaktan çıkmak, hakkımızı aramak isterdim. Hakkımız olan eğitimi verecek kurumlar, ailelerin borç paralarla okuttuğu değil, devletin veya kuruluşların burslarıyla eğitilen çocuklar, yüzme havuzları, oyun merkezleri, kurmak isterdim. Ve asıl biz engelli ailelerini en rahatsız eden “benden sonra ne olacak?” sorusunun cevabını verecek merkezler inşa etmeyi dilerdim. Engelliler için yaşam merkezleri, vs, bir sürü hayalim var, anlat anlat bitmez



Sizi en iyi anlayanlar kimler oldu, bu güne değin?

Benim yanımda yürümeye gönüllü olanlar beni en iyi anlayanlar oldu. Şu an devam ettiği okulda bana çocuğumun bir dönem sonunda hedeflenen becerilerini bana anlattıklarında çok şaşırmıştım mesela. Biz bu görevi aldık ve yapacağız demişlerdi, bunu siz başarmalısınız değil, biz başaracağız demişlerdi ilk defa. Çok sevinmiştim. Kemoterapisini planlayan doktorları da aile dostlarımız oldular işin sonunda. Hedefimiz aynıydı ve güzel bir ekip oluşturduk.



Eşiniz için neler söylemek istersiniz?

Eşimle biz Umut için beraber olmuşuz diye düşünyorum. Çok iyi bir ekibiz, müdürümüz de Umut. Eşim Umut doğduğundan beri full time baba olarak çalışıyor. Onu okula, doktora, havuza, parka hep o götürüp getiriyor. Baba oğul çok iyi anlaşıyorlar. En büyük tutkuları arabalar ve rock müzik. Tüm sorumluluğu üstleniyor, günü çok güzel tamamlayabiliyorlar beraber



Sizinle aynı şeyleri yaşayan ailelerle bir araya gelip sohbet ediyor musunuz? Öyleyse, faydasını gördünüz mü?

Evet, facebook sağolsun bir çok gruba üyeyim. Buradan yakın durumda nelerle sohbet ediyorum, fikir alışverişi dışında kullandığımız aletleri de paylaşıyoruz. İhtiyacı kalmayan bir başkasına önerebiliyor. Yeni bir sistem, tedavi yöntemi, bir yürüteç konuşabiliyoruz.



En büyük "umudunuz" nedir?

Kapıyı açıyorum, Umut odasında bilgisayar başında. Kulağında kulaklık arkadaşıyla konuşuyor, ekrandan okuduğu bir etkinlik var. randevulaşıyorlar. Yanağından öpüp, kahvemi koymaya mutfağa gidiyorum, tekerlekli sandalyesiyle peşimden geliyor, “çıkıcam birazdan” diyor, Ahmetle konsere gideceğiz, geç kalmam merak etme” “peki” diyorum, “yeni aldığım kotunu giy, dolabında” içerden köpeği havlamaya başlıyor, gideceğini anladı.

Arabayı o kullanacak, gidip Ahmeti alacak evinden, aracı özel, onun için tasarlanmış, gerekirse walkerı var arabanın içinde. Biliyorum çok eğlenecek, çok geçe kalmadan da dönecek. Bir kız var uzaktan uzağa kesiştikleri biliyorum, anlatmıştı, belki O’nuda görecek.

O kadar özgüveni var ki kızın önünde sendelese bile gülüp geçecek, umursamayacak.

Biz de eşimle oturup O’nu bekleyeceğiz, merak ettiğimizi çaktırmamaya çalışarak, kendimizi seyrettiğimiz filme kaptırdığımızı göstermeye çalışarak bekleyeceğiz.

İşte hayalim, mutlu, öz güvenli, kendine ait bir hayatı olan Umut!

27 Aralık 2012 Perşembe

sus


Umut ritm tutuyor, sevdiği müzikler çaldığında neşelenip çığlık atıyor, kafasını ve kollarını öyle doğru yerlerde sallıyor ki şaşıp kalıyoruz.
Yine böyle yüksek sesli müzik dinlediğimiz günlerin birinde  babanın gözünden bir damla yaş aktı. "ahhh" dedi "ahh keşke...."
"sus" dedim "tamam anladık, keşkesi yok bu işin, olay budur" "keşke böyle olmasaydı daha mı iyi olacaktı bilmiyoruz, o zaman başka bir şeye daha keşke deyip demeyeceğimizi de bilmiyoruz, o yüzden sus!"
Biz susuyoruz, oğlan coşuyor, müziğin sesini biraz daha açıyoruz...

mektup

fazla söze gerek yok, hayranlıkla izlediğim Şafak Pavey anlatmış zaten.. Umarım kuma yazılmış bir yazı gibi yok olup gitmez...


CHP Milletvekili Pavey’in Erdoğan’a mektubu...


"Sayın Başbakan,
Engelli biri olarak ayakta kalmak için diğerlerinden iki kat enerji harcamaya, toplumda bir yük gibi algılanmamak için güçlüklerimi hiç yansıtmamaya çalışan biri olarak, obur bir hevesle sürdürülen aşağılamalara, hükümetin ve özellikle maliye bakanlığının büyük küresel mücadelelerle edinilmiş ve ülkemizde de (yetersiz bile olsa) yasalarla tanımlanmış engelli haklarının, kurnaz yönetmeliklerle geri almasına bile alıştım. Hatta defalarca makamınıza başvurmuş olmama rağmen, meclisin erkeklerle aynı tuvaleti kullanmaya devam eden tek engelli kadın milletvekili unvanını taşımaya bile teslim oldum. Utanca dair temel ilkelerimizin hayli farklı olduğunu bilenlerdenim. Ancak bazı değiştirilemez utanç sahaları vardır ki, bunlar sizlerin ve bizlerin başını ortak olarak yere eğecek kadar hicap yüklüdür.
Utanç veren tweet
En utanç vereni ile, engellilere karşı yazısız bir yasa kadar köklü yerleşmiş olan önyargı ve nefretin resmi olanıyla bir tweet üstünden karşılaştım;
Malatya AKP Gençlik Kolları MYK üyesi Melik Birgin bana şu tweeti gönderdi: “Allah bir bacağını almış, hala küfürden uyanmazsın, nedir bu inatçılık!”
Hayatımda hiç görmediğim birinin, küfür uykusuna devam ettiğimi söyleyebilecek cüreti bulabilmesi, muhtemelen bunu söylemiş olmasından kazandığı sosyal itibardır. Kendisine ancak bu sosyal destek; hayali ilahi günahları bedensel cezayla tehdit edebilmenin kibrini verebilir. Bu arada şükür ki, bu düşkün itibarı paylaşmıyoruz.
Midemi bulandıran, sözlerden tüten ağır nefret kokusu değil. Beni ürküten nefretle yaşayanların, kendi yaptıklarının doğru olduklarına inanmaları… Onaylamasam da bunu bile anlayabilirim. Bizim gibi, çatışmaları ideolojilerden yürüyen toplumlarda yerleşik nefret algısının birbirini kabule dönüşmesi uzun çağlar alabilir.
Ancak burada sorun; tweeti gönderen ayrımcı fanatiğin partiniz yöneticilerinden biri olması. Ve nefretini yüz binlerce kişi okumasına rağmen resmi görevine devam edebiliyor olması…
Ülkemin bütün engellileri adına
İktidarınızda bütün sisteminizi rövanş üstüne kurdunuz. Vaktiyle kin çetelesi tuttuklarınızın yanında, hak ve adalet savunucusu olarak duranların hiç telaffuz edilmiyor olması, bende ahlak yozlaşması ve güç tapınmasını dönüştürmeye değil, makamların el değiştirmesiyle ilgili olduğunuz zannı uyandırıyor.
İslam’a karşı nefret suçu için BM ye başvuracağınızı açıklamalarınızdan öğrendim. Ancak partinizin yerel bir üyesinin küstah tweetine karşı bir uygulama yapmazsanız, insanlığa karşı işlenmiş suçlardaki en güçsüz ve en sessiz çoğunluğa karşı ahlaki borcunuzu yerine getirmeyip, sadece sempati bağlarınız olan nefret suçu mağdurlarına karşı hassasiyet gösterdiğinizi düşüneceğim.
Sizden ricam şahsımda kimlik olarak temsil edilen ülkemin bütün engellileri adına AKP Malatya Gençlik Kolları MYK üyesi ayrımcı fanatiği görevinden, tam da bu nedenle almanız… Belki bunu yaparsanız nefret suçlarına karşı tavizsiz bir samimiyet başlangıcını seçmeninize gösterebilir ve bundan sonra partinizde bu tür yaklaşımlarda bulunanlara karşı insanlığın ortak değerleri konusundaki yaklaşımınızı sunmuş olursunuz.
İnsanlığa ödenmesi gereken borç
Bunu sizden milletvekili olarak değil: hayatı boyunca baş örtülü kızların eğitim hakkını, inanç özgürlüğü hakkını, şahsınızın siyaset yapma hakkını, 28 Şubat döneminin bütün haksızlıklarına şimdi değil, tam o sırada çevrenizde bugünkü dalkavuklarınız yokken açıkça ve bütün riskleri ile karşı çıkmış insan hakları savuncusu bir seküler olarak istiyorum.
Vaktiyle siyasi hayatınıza karşı yürütülen kampanyada sizden ikbal ve imtiyaz beklemeden, ikbal ve imtiyaz ihtimallerini (ne yazık ki ülkemizde pek alışkın olunmayan biçimde) reddeden biri olarak istiyorum.
Bunun bana değil, insanlığa ödenmesi gereken bir borç olduğunu düşünüyorum.

Şafak Pavey, CHP İstanbul Milletvekili"

12 Aralık 2012 Çarşamba

umut daire çiziyor

:)

ve Monet'i gören Umut gaza gelir ...

düş bahçeleri

bir varmış bir yokmuş, çok evvel olmayan zamanın birinde Monet isimli bir ressam, bu ressamın da çok güzel bir bahçesi varmış. O kadar büyükmüş ki bu bahçe, ressam neredeyse ömrü boyunca bu bahçeyi çiz çiz bitirememiş.  Nilüferleri, salkım söğütleri, köprüleri ayrı ayrı ışıklarda resmetmiş, birbirinden değerli tablolar ortaya çıkarmış. 
Aradan seneler seneler geçmiş, bu tabloların olduğu bir sergi taaa İstanbul'a gelmiş.
Umut bugün okuluyla beraber bu sergiye gidiyor.  Biz zamanlar içinde CPli bir çocuğun yaşadığı, atlı köşke... Metin Sabancı adını verdiği okulun öğrencileriyle eski evinde buluşsa keşke... Monet'nin düş bahçelerinde, morlar, yeşiller arasında gezseler beraber, ne güzel ...

8 Aralık 2012 Cumartesi

Aslı Dinçman'dan mail

Aslı Dinçman'dan mail geldi bugün. Paylaşmadan edemedim.
Blogda daha önce bahsettiğim, hatta yazılarını yayınladığım biri Aslı Dinçman. Hayatın bize sunduğu mucizelerden biri...
"pes" dedirtecek pişkinlikte biri tarafından huzuru kaçmış, neşesi bölünmüş.  Çok basit gibi görünen ama aslında çok önemli olan bir olay bu.  Bir engellinin, bir insanın yaşama, sosyalleşme hakkına saldırı.
işte hikayesi


Bir engelli nasıl ENGELLENİR?
  Geçenlerde dayımla Hatay caddesinde kahve içelim diye çıkmıştık.Bu olayı dayım hikâye etmişti:
 O heyula gibi araç kafamda bir şekilde yer etmiş. Aradan birkaç gün geçti… Annemle bir sabah acilen dışarıya çıkmak için engelli park yerindeki arabamızın yanına geldiğimizde bir aracın çıkmamızı engelleyecek şekilde park ettiğini gördük. Bir de ne göreyim, dayımla beni kaldırımda sıkıştıran araç değil mi? Bu kadar tesadüf anca bizim ülkemizde olur dedim.
 Aracımızı çıkaramadığımız için annem beni gideceğimiz yere taksiyle götürdü. Bu arada trafiği aramıştık. Biz yokken gelmişler, araç sahibi her nasılsa araç sileceğine telefon numarasını bırakmış, polisler arayıp çağırmışlar. “Engelli aracı engellediniz ( ! )” demişler.
 Eve döndüğümüzde heyula araç ortada yoktu, fakat bizim arabanın sileceğine bir not iliştirilmişti. Not aynen şöyleydi:
 “Park yeri var da, bizler mi duyarsızız? Polisi arayacağınıza bütün bilgiler arabanın önünde mevcut. Tel açmanız bir dakikayı bulmaz, herkes bu ülkede bencil olmamalı, şikâyet kötü bir davranıştır.”
Anneme dayımı arattım: “Bizim kaldırımların efendisi bugün yine görev başındaydı dayıcım.” diyerek kısaca olayı özetledim. Dayım, acı acı güldü, ardından birkaç kelime söyledi. Duymazlıktan geldim…
 Bir deyim vardır: Hem suçlu hem güçlü. Bu da o hesap…
 Aslı Dinçman
08.12.2012

7 Aralık 2012 Cuma

selam



uzun süre yazmadım, kendimi biraz sakladım.  biraz dinlendim. sağı solu dinledim.

Umut "okul, okul" diye uyanınca yataktan,
eline kalemi alıp yardımla da olsa daire çizince, 
öğretmenine "abicim" diye seslenince,
bardaktan su içmeye başlayınca,
 yeni kelimeler çıkınca ağzından sevinçten havalara sıçradım.

Engelli aracımızı park ettiğimiz yeri komşularımız işgal ettikçe,
oğlumun yaptığı mucizeleri arkadaşlarıma anlattığımda onlardan "ahhh canımmm" diye tepkiler geldikçe,
istediğim medikal cihazı sipariş verirken "engelli kardeşlerimiz için girdiğimiz bu yolda...hayır dualar için.... " diye başlayan cümleler duyunca,
 başbakan eşinin "keşke tüm engelliler down sendromlu olsa..." ile başlayan konuşmasını basından okuyunca,
yeni başvurduğum özel sağlık sigortasının Umut için belirlediği yıllık primi öğrenince  onlar adına utançtan yerin dibine girdim.

Tüm bunların arasında denge aradım, denge...


tekrar yazarak bulmayı istiyorum dengeyi, paylaşarak...
yokluğumda bizi merak eden, arayan, soran, mail atan herkese binlerce teşekkür
özet; herşey yolunda :)


 

2 Haziran 2012 Cumartesi

benim bedenim benim kararım

"bir kadın kürtajın kendisi ve ailesi için en iyi çözüm olduğunu hissediyorsa, kendisini yargılamadan danışabileceği güvenli bir uzman kliniğin hizmetlerine ulaşabilmelidir. Hiç kimse onu gebeliğini sürdürmeye de kürtaja da zorlayamaz"
Marie Stops

28 Mayıs 2012 Pazartesi

sağlıkçı

Ameliyathanelere girdim, anılarını zihnimde toparlamakta zorlandığım.
Steril kıyafetleri giydim defalarca, rengini hatırlamak bile istemediğim
Maskelerle soludum belki yüzlerce defa, kokusunu unutmaya çalıştığım
Doktorlarla, hemşirelerle konuştum, tane tane, net!
Yoğun bakım kapılarında bekledim dimdik, kime neyse?
Serumlar taşıdım, test sonuçlarını yorumladım.
Damar aradım evire çevire, her bir elde, her bir ayakta
MR'lara Rontgen sonuçlarına baktım uzun uzun, anlamaya çalışarak
Geceleri kantinlerde, teraslarda, sandalye tepelerinde sabahladım.
Hep sordular bana, doktorlar, hemşireler, kantinciler, temizlik görevlileri, güvenlikler
“sağlıkçı mısınız?”
“hayır, anneyim, sakin kalmaya çalışan, derdimi net anlatabilmek için sağlıkçıların dilini konuşmaya çalışan bir anne, sadece anne…”
Yine de yetmedi anlattıklarım, inandıramadı söylediklerim. En son 1.5 ay önceki hastane odasında yaşadıklarım sırf “anne” olduğum için ciddiye alınmadı, abartılı bulundu, panikledim sayıldı. Dinlenilmedim, dinletemedim. Son anda müdahale edildi,o da sözün geçmediği yerde, çığlıkla uyarı verince!
Geçti gitti ama içimdeki acı, kızgınlık hala duruyor.
Bundan sonra sorarlarsa bana;
“evet sağlıkçıyım!”