25 Şubat 2012 Cumartesi

iş seyahati

Japonya'ya kadar gidip geliyorum :)

gülün dikeni

Ameliyattan önce boğazı biraz kırmızı demişlerdi de önemsememiştik. Ameliyat sonrası 2 gün evde dinlendirip üçüncü gün okula yolladık.  Nazlanmış, şaşırmış biraz ama iyi geçmiş günü.  Pazartesi öğlende ise okuldan bir telefon gelmiş Umut ateşlendi diye.  Baba kaptığı gibi ameliyatın olduğu hastaneye götürmüş, bakmışlar, testler yapmışlar, ameliyat kaynaklı mı değil mi diye.  "Viral" demiş doktor, bir şey yapmanıza gerek yok, sadece ateş düşürücü yeterli.
Eve geldiğimde haber veriyorlar bana, korkmama fırsat kalmadan Umut'un kahkahasını duyuyorum içerden, keyfi yerinde.  Ertesi gün öğreniyoruz ki tüm sınıf hasta, öğretmeni bile.
Bir kaç gün sürüyor ateş, sonra geliyor burun akıntısı. Kafada boyunda göbekte dikişler varken öksüremiyor bile. Ama gülüyor çok şükür, kıkır kıkır
Sonunda bugün kaptığım gibi götürüyorum yakın bir hastaneye. Aldım antibiyotiğimi rahatladım. Umutta, babasıda hatta kedimiz Mühür'de...
Gülün dikeni de bu olsa gerek. Yani okulun hastalık derdi

21 Şubat 2012 Salı

keşke

Keşke şifacı olsam, ellerimle şifa dağıtsam.
Hemen, olabilirse şimdi, olamazsa yarın sabah uyandığımda içime enerjiler dolsa, onları hastalara akıtabilsem, ellerimi hasta vucutlara dayasam, elimin altında hissetsem o kitleleri,  nerede olduklarını bilsem, sonra gözlerimi kapatıp güzel şeyler düşünsem,  ilk evimizi, bana alınan boyum kadar oyuncak bebeği, annemle sokakta yürürken elimi elinin içinde yavaşça sıkmasını, bana diktiği elbiseleri, çizdiğim ilk elbiseyi,  eşimi ilk gördüğüm günü, Umut'un ilk gülümsemesini, kahkahasını, bana sarılmasını, adım attığı anı,  teninin yumuşaklığını,  kedimizin güneşte gerinmesini,  bahçemizi düşünsem ve içimdeki enerjiyi o vucuda aktarsam. O kitleleri yok etsem, iyileştirsem, o anda, hemen oracıkta...
Bu güç ben de olsa, ah keşke olsa....

uzaylı


"gel bakayım buraya sen neden böylesin?" demiş çocuk  "çok çirkinsin, uzaylı mısın?  Bir daha karşıma çıkma sakın!"  diye de eklemiş.  Bunu söyleyen bir ilkokul son sınıf öğrencisi, işitense ilkokul birinci .
Ufaklığın   yarı yarıya inik bir göz kapağı,  kendine has bir güzelliği, muhteşem  bir sevimliliği var, kocaman da bir kalbi...
Kalbini kırmışlar, üzmüşler..  O yaştaki kız çocuğu  için ağır sözler bunlar, hazmetmesi,  cevaplaması zor sorular. Ağlamış "ben niye böyleyim?" diye sormuş akşam annesine.
Anlattılar bana da  "bazı çocuklar çok acımasız" diye.  Evet doğru ama bunlar hayatta hep var, hep de var olacak.  Asıl önemli olan bu sözleri tek bir hamle ile geri çevirmeyi başarabilmek. Yıllar geçmeden, o kalp kırılmaktan ezilip büzülmeden karşı atağı öğretmek gerek.
Çok film seyrederdim  ben, baştan sona aklımda kalmadılar  ama bazı sahneler kazındı  kafama. Şu meşhur Cyrano de Bergerac karakterinin burnu hakkında laf edenlere verdiği cevaplar beni büyülemişti.  Hala da hatırladıkça gülümserim. O kadar çok burnuyla alakalı alay cümlesi sarfetmişti ki karşısındaki sersemleyip kaçıvermişti.
 Öncelikle insanın kendi kendi ile dalga geçebilmesi bence en büyük savunma silahı. Karşı tarafa hem hayatı fazla ciddi almadığını, hem dalga geçilecek unsuru hiç iplemediğini gösterir, hem de söylenebilecek tüm alay cümlelerini tüketir ki söyleyecek  bir şey kalmaz.
Akılla halledilmeyecek hiç bir şey yok.  O ufaklık bir an önce "sen neden böylesin?" diye soranlara "ben uzaylıyım" diyerek kahkaha atmayı öğretmek gerek.
Gül, geç! Bu aralar tek yaptığım bu zaten....

19 Şubat 2012 Pazar

iz

 Sol yanında şakaktan başlayıp kulak arkasına inen ameliyat izi görünüyor artık. Saçlarını traş ettik. Neredeyse 5 senedir bizimle yaşayan Umut'un her şeyini bilen bakıcı ablası bile irkildi görünce. "Böyle  olduğunu bilmiyordum" dedi.  Fizyoterapist abisi şaşırdı kaldı. Bol bol fotografını çekti. "arkadaşlar siz ne kadar büyük bir şey yaşamışsınız" dedi "hala nasıl bu kadar normalsiniz?"
Normal miyiz? Bilmiyorum ki...

15 Şubat 2012 Çarşamba

yonca tokbaş

Yonca Tokbaş'ı okuyorum, Hürriyet yazarlarından.  Çok samimi çok doğal geliyor yazdıkları.  Kısa ve net. Üstelik bir gönül borcum var ona. Umut'un okulunun haberini de o yazmıştı. Bugün de şahane bir yazısını okudum Serina vasıtasıyla. Oğlunun devam ettiği okulda bir günü yazmış, çok da güzel yazmış.
paylaşmak istedim. Teşekkürler Yonca, böyle yazılar yazdığın için, bizleri aydınlattığın için, iyi ki varsın;
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19876824.asp

14 Şubat 2012 Salı

hayata kaldığı yerden devam

Cuma günü üstümde annemin aldığı asık surat resmi olan t-shirt, iş yerindeyim. Umut babasıyla hastanede. Ertesi gün yapılacak ameliyat öncesi kan testleri ve değerlendirmeler yapılıyor. İçim sıkışıyor. saatler sonra haber geliyor, boğazdaki pembelik dışında bir problem yokmuş. Kendi doktorumuzu arıyorum " Umut'a pembelik koyar mı ya!" diyor "hem erkek adamda pembelik mi olurmuş?" gülüyoruz. Ameliyata hazırız.
Öğleden sonra annem arıyor, yaptırdığı testlerin sonucunu bana fakslıyor, buz kesiyorum, yazılanları anlamıyorum ama hissediyorum, ah annem!
Eve gider gitmez t-shirtü çıkartıp yırtıyorum. Sanki annemle ilgili aldığım kötü haberin sorumlusu oymuş gibi.
Düşünmemek için hızla valiz hazırlıyorum, benim Umutun, eşimin kıyafetleri, ilaçlar,  yiyecekler, MR filmleri, ufak bir kettle, kahve, şeker, karton bardaklar...Ve en önemlisi Umut'un şantına ameliyatta  takılacak olan parçayı yerleştiriyorum, bundan sonra içinde yaşayacağı bedenin ne kadar şahane olduğunu anlatarak, özenle,  siyah bir naylon torbanın içine...
Cumartesi sabah 5'te uyanıyoruz, 6 da hasta yatışın önündeyiz.  Bir sürü aile gelmiş, ufacık çocuklar, hepsi ameliyata alınacak sırayla..saat 11 de alıyorlar Umut'u. Yanaklarına öpücükler konduruyorum, babası yanında ameliyathaneye iniyorlar. Dualar ediyorum oğlum için, annem için, hepimiz için.
2 gibi getiriyorlar odaya. Kafasının yarısında saç var, diğer yarısında yok, kazımışlar, beyaz sargı bezleri ile sarmalamışlar, bir de beyaz file geçirmişler.  Çizgi film karakteri gibi olmuş,  "meşe palamutu" diyorum, eşim "imam efendi" diyor, gülüyoruz. Kafada 2 , boyunda 1, göbekte 1 kesik. Elimize çıkan parçayı küçük bir kavanoz içinde tutuşturuyorlar, kireçten boğum boğum olmuş, yine de 8 sene çok iyi dayanmış, kopmamış, tıkanmamış, idare etmiş.
Ağlamıyor, hatta konuşmaya çalışıyor, "al" diyor. Kucaklıyorum sıkıca, saatlerce beraber oturuyoruz, sakin sakin uyuyor, seviniyorum.
Gece anestezinin etkisi geçince ağrılar başlıyor, yine de ağlamıyor. Karın zarı kesildiği için yemek vermiyorlar.  Gaz sancıları gelince kasıyor kendini, sıkıyor, kıpkırmızı yapıyor, ter boşalıyor, kusuyor. Sonra kapatıyor, kendini adeta bayılıyor. Uyumuyoruz çünkü saat başı aynı şey tekrar ediyor. aklıma bin türlü şey geliyor. Eski korkular bir bir uyanıyor, kafamın içinde dolanmaya başlıyor.  Panikliyorum. Hemşireleri panikletmeyi de beceriyorum, nöbetçi doktorları ayağa kaldırıyorum. sabah olup da vizite  geldiklerinde içimdekileri kusuyorum adama.  Susturuyor beni, "aklınıza getirmeyin bunları, biz dr. olarak ağzımıza bile almayız bu söylediklerinizi, sakin olun" diyor.
Tüm pazar uyuyor Umut. sadece anneannesi geldiğinde açıyor gözlerini, "öp" diyor.  Annem ağlıyor, ben ağlıyorum. Ah annem!
Pazartesi neşeyle açıyor gözlerini, sanki hiç bir şey olmamış gibi, şarkı söylemeye, kahkahalar atmaya başlıyor. O kadar şaşırıyorum ki kattaki tüm hemşireleri çağırıyorum "Umut iyileşti" diye. Tekerlekli sandalyesine bindirip gezdiriyoruz koridorda. 3 gün sonra yemek yemeye başlıyor.
Salı sabahtan taburcu ediliyoruz. Doktorumuz "hadi, hayata kaldığı yerden devam" diyor. Tamam, söz dinleriz biz, yola devam.
Ama önce birazcık uyumam gerek.
(fotograf : Murat Germen)

10 Şubat 2012 Cuma

hürriyet cumartesi

istiyorum ki annem Pınar'la tanışsın.  İstiyorum ki görsün mutlu bir CP'li büyüyünce nasıl olur, istiyorum ki Umut için de Pınar'ı kafasında örnek alsın. Ben öyle yapıyorum çünkü...
Alternatif anne dergsinde yayınlanan Pınar'ın röpt.ından çok etkilenen Sibel Arna Pınar'la bir röpt. yapmış. Yarın Hürriyet Cumartesi ekinde çıkacakmış.  Bir yazar daha aydınlanmış.  Darısı Ayşe Arman'ın başınaymış .   Heyecanla bekliyorum.
Annem de bu hafta sonu bu sayede tanışır Pınar'la.
http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/19893205.asp 

9 Şubat 2012 Perşembe

çocuk gösterisi

Rahat bir akşam. Oğlan çoktan uyumuş, eşim dışarıda, mühür koltuğun tepesinde, ben televizyon karşısında… Kanaldan kanala atlıyorum, ikizler burcuyum, meraklıyım, nerede ne var anında görmeliyim.
 Beyaz Show çıkıyor karşıma, çocuklar var sahnede, dans ediyorlar, Kıvılcımlar bunlar, Anadolu Ateşi’nin minikleri…

Sorular uçuşmaya başlıyor zihnimde;
"Bu saatte canlı yayında ne işi var bu çocukların" diyorum.
Kıyafetlerin, makyajların bir acınası durumuna bakıyorum
Gösteri dünyasında çocuk çalıştırmanın yasak olması gerektiğini düşünüyorum
Meşhur olma sevdasının 7-8li yaşlara düşürülmesinin doğuracağı sonuçları düşünüyorum
İlle de dansçı olacaklarsa niye konservatuara gönderilmediklerini düşünüyorum
Tüm bu düşüncelerin arasında gözümden yaşların indiğini fark edip şaşırıyorum
"Niye?" diyorum "niye ağlıyorum?"
Sonra fark ediyorum ki o anda ekranda erkek çocuklar var ve hepsi Umut yaşında.
Kalbim bana oyun oynuyor, beynim başka şey düşünürken kalbim çocukları Umut’la kıyaslıyor, dans edişlerine bakıyor, vucutlarına ne kadar hakim olduklarına, ellerine, kollarına... Beni ağlatıyor! Yaramazlık yapıyor!  Engel olamıyorum!

6 Şubat 2012 Pazartesi

sakat

Şu "sakat" kelimesine alışamadım.  Küfür gibi, aşağılama gibi, hor görme gibi...  bana çağrıştırdığı bunlar, ama Pınar mesela "sakat" kelimesiyle barışık,  kavram olarak kullanan da çok var. Ben henüz oralara gelmedim, daha çalışmadım.
Umut yaşlarda bir çocuk yanıma geldi dün. Ben tekerlekli sandalyeyi itiyorum, Umut keyifle şarkı söylüyordu. Bir cafeden çıkıyorduk. Umut orada bulunduğumuz an boyunca hep desteğimle yürüdü, garsonlarla oynaştı, o çocuk da oradaydı, bir an bile dönüp bakmadı. Yanından geçtik, ilgilenmedi, ne zamanki Umut'u tekerlekli sandalyeye oturttuk fal taşı gibi açılmış gözlerle bizi izledi, merak etti. Sonunda tam kapıdan çıkarken yanımıza geldi.
"bir şey soracağım, çocuk sakat mı?" dedi. Yutkundum. Hep bu ilk an provalarını yapıyorum, bloga yazıyorum, arkadaşlarıma anlatıyorum ama şimdiye dek "sakat mı?" diye soran olmamıştı. 
Küçücük bir an gözlerim çocuğun anne babasını aradı, çocuklarının sorduğu soruyu duysunlar istedim, göremedim.
"öyle denmez ama evet " dedim,   çocuğun gözünün içine bile bakamadan hızla uzaklaştım oradan. Sonra gülme tuttu "yetmez ama evet" gibi bir şey söylemişim. Madem "evet" o çocuk sakat işte, ne diye işi çetrefilli hale getiriyorsun?  Alış artık!

1 Şubat 2012 Çarşamba

"ga!" (kar)

anne işe gitmemiş, bahçede kar var, oynayalım o zaman!

kardeş kardeşe

Bu bloga CP'li yetişkinler yazdı, CP'li anneleri yazdı ama hiç CP'li kardeşi yazmamıştı. Geçen hafta bir mail aldım Şerife'den. Blog'u beğendiğini özellikle dr'un Umut'a "elektrik mühendisi olamayacağını" söylemesinden etkilendiğini çünkü 3 kardeş olduklarını en küçük kardeşin CPli kendisinin ve diğer kardeşinin de elektrik mühendisi olduğunu yazmış.
Şerife'de benden. Kardeşini ailenin şansı, gözbebeği, güzelliği olarak tanımlıyor. Bulmuşken soru üzerine soru yolluyorum kendisine, sevinçle cevaplıyor, beni sevindiriyor.
Yazdıkları benim kendimle hesaplaşmamı başlatmama da sebep oluyor bir taraftan. 2. çocuk sorusu tekrar tekrar kafamın içinde dönmeye başlıyor.

 İşte Şerife'nin güzel yazısı;

"Benim için kardeşim Fatoş  bütün hayatımın merkez noktasıdır.  Onu birkaç gün görmeyince veya onunla konuşmayınca o kadar çok özlüyorum ki... Fatoş'un bize sunduğu sevgi saf, katıksız ve karşılıksız, o kadar değerli ki benim için.
Hani evde hiç büyümeyen bir bebek varmış gibi . Öğrendiği her bilgiye, söylediği her söze hala şaşırabiliyor ve mutlu oluyoruz.  Aslında evde o mutluyken herkes mutlu, o hastayken herkes hasta, o üzgünken herkes üzgün.  Sadece benim için değil bütün ailem için (hala,dayı, teyze, kuzenler..) dünyanın merkezi Fatoş.
Bizim ailemizde herşey, her zaman Fatoş'a odaklı yapılır ve o hep önceliklidir. Annem ve babam herşeyi Fatoş'a göre düşünüp planlarlar.  Hani bazı kardeşlerin bu sevgiyi kıskandığı söylenir , bizde tam tersidir.  Çünkü biz de Fatoş'u anne ve babamızdan daha çok seviyoruz, bu nedenle onların sevgi ve alakası hiç bir zaman bizi kıskandırmadı veya üzmedi.
Fatoş şuanda 23 yaşında. Yürüyemediği için ancak annem ve babam hareket ettirebiliyor. Yaklaşık yirmi yıldır rehabilitasyon merkezine gidiyoruz hem fizik tedavi hem de eğitim dersleri alıyor.  Tabii haftanın iki günü merkeze gidiliyor,onun dışında hergün günde iki defa belirli fizik tedavi hareketleri var, bu hareketleri annem yaptırıyor.
Aslında herkes kendinde olanın bir üstünü istiyor sanırım.  Bizde o kadar isterdik ki kardeşim yürüyebilsin, gittiğimiz heryere onu da götürebilelim.  Gördüğümüz bütün güzellikleri onunla paylaşabilelim.  Tabii ki tekerlekli sandalyesiyle hava koşulları müsait olduğu sürece mahalemizde geziyoruz veya belli günler gezmeye çıkıyoruz ama yürüyebilse çok daha farklı olacağını düşünüyorum. Buna karşılık Fatoş sakin bir çocuk çok sevgi dolu ve bütün isteklerini veya ihtiyaçlarını dile getirebiliyor çoğuna görede bu bizim şansımız sanırım.
İlerisi için ortanca kardeşim ve ben olduğum sürece (her ikimiz de çalıştığımızdan ve ekonomik bağımsızlığımız olduğundan) Fatoş konusunda hiç kaygılanmadığımızı söyleyebilirim. Yeter ki O hep hayatımızda olsun, hep bizimle olsun, bu bize yeter.  Bir şekilde bütün engelleri aşacağımıza inanıyorum.
Bazı annelerin (annemin rehabilitasyon merkezinde tanışıp görüştüğü) ailelerinin çocuklarını kabullenmediği ve ortamlarda istemediği şeklinde yorumlarına tanık olduk.  Ben ve kendi geniş ailem , mahalledeki komşularıımız ve tanıdıklarımız için bunun kesinlikle söz konusu bile olmadığını söyleyebilirim.  Komşularımızda dahil herkes öncelikli olarak onu sorarlar hep bize.  Aslında biz Fatoş'u okadar çok seviyoruz ve o kadar çok bizim hayatımızın içinde ki başkalarının farklı bir duyguya kapılmasına engel oluyoruz gibi geliyor.

Tabii dışarıda gezdiğimizde farklı bakışlar olabiliyor bazen , ona da alıştık artık.  Dediğim gibi biz o kadar rahatız ki insanlara da o duyguyu yaymaya çalışıyoruz.

Daha önce de size söylediğim gibi böyle bir SEVGİ'ye sahip olduğumuz için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Umarım onlar hep hayatımızda olurlar o sonsuz sevgileriyle..."