Suriyeye gittim. İş için. sadece 1 gece kaldım, 1 fabrika gezdim. Fabrikanın sahibi ve iki kızı beni ağırladılar, rahat etmem için ellerinden geleni yaptılar. Fabrikayı gezerken her bölümde engelli bir işçinin çalıştığını farkettim. Tekerlekli sandalyesiyle dikiş makinası kullanan da vardı, mikrosefalisi olan da, tek eli işlemeyen de. Utandım, kendi ülkemde o kadar çok tekstil fabrikası gezip, bir tane bile engelliye rastlamazken Suriye'de ise tek fabrikada 3-4 kişi ile karşılaşınca...
Bir yandan da içime bir kurt düştü "acaba?"
Akşam yemeğe çıkardılar. Fabrika sahibinin eşi ile yanyana oturdum. Ana dili gibi ingilizce konuşan, çoktan emekli olmuş, jinekolog doktor,oldukça sert duruşlu ama kalbi pırıl pırıl bir hanımefendiydi. Önce ağız aradım, arsızca zorladım. Sonra dedim ki "benim bir oğlum var 7 yaşına girecek, engelli" Önce bir sessizlik oldu. Sonra kadın elini omzuma koydu "benim de bir oğlum var, 37 yaşında, o da engelli"
Anlamıştım... Tüm belirtiler vardı. ..Fabrikada çalışılan işçilerin dışında, sözle anlatması çok zor olan ancak yaşayanın bilebileceği bir takım belirtiler. Yazamam, anlatamam, ama anlarım...
Konuştuk, güldük, azıcıkta ağladık karşılıklı. Onlar yolu yarılamıştı, ben daha başındaydım.
Neler yaptıklarını, hangi ülkelerde ne kadar sürelerle terapi ve rehabilitasyon için kaldıklarını, gönderdiği yatılı okulları, doktorları, öğretmenleri, akıllarına gelen her şeyi yaptıklarını, evlerinin bahçesindeki sadece oğlanın kullandığı havuzu anlattı annesi...
Fiziksel hiç bir sorunu olmadığını yok fakat konuşmadığını, kendini ifade etmediğini, onları tanıdığını, arada sırada sadece annesi ile gözgöze geldiğini anlattı babası.
Ama herşeye rağmen mutluydular, tıpkı bizim gibi...
Sonra kadın hayatta duyduğu en büyük pişmanlığın 2 çocuk daha yapmaması olduğunu anlattı. Engelli oğlundan küçük 2 kızı daha vardı aslında ama "yetemiyorlar" dedi," kendi hayatları, aileleri var ve oğluma yardım için yetemiyorlar, keşke 2 çocuk daha yapsaydım. Anla o kadar zor bu durum"". O yüzden" dedi "acilen bir kaç çocuk daha yap beni dinle, sonra kafanı taşlara vurursun".
Söz istedi, verdim...
Bir yandan da içime bir kurt düştü "acaba?"
Akşam yemeğe çıkardılar. Fabrika sahibinin eşi ile yanyana oturdum. Ana dili gibi ingilizce konuşan, çoktan emekli olmuş, jinekolog doktor,oldukça sert duruşlu ama kalbi pırıl pırıl bir hanımefendiydi. Önce ağız aradım, arsızca zorladım. Sonra dedim ki "benim bir oğlum var 7 yaşına girecek, engelli" Önce bir sessizlik oldu. Sonra kadın elini omzuma koydu "benim de bir oğlum var, 37 yaşında, o da engelli"
Anlamıştım... Tüm belirtiler vardı. ..Fabrikada çalışılan işçilerin dışında, sözle anlatması çok zor olan ancak yaşayanın bilebileceği bir takım belirtiler. Yazamam, anlatamam, ama anlarım...
Konuştuk, güldük, azıcıkta ağladık karşılıklı. Onlar yolu yarılamıştı, ben daha başındaydım.
Neler yaptıklarını, hangi ülkelerde ne kadar sürelerle terapi ve rehabilitasyon için kaldıklarını, gönderdiği yatılı okulları, doktorları, öğretmenleri, akıllarına gelen her şeyi yaptıklarını, evlerinin bahçesindeki sadece oğlanın kullandığı havuzu anlattı annesi...
Fiziksel hiç bir sorunu olmadığını yok fakat konuşmadığını, kendini ifade etmediğini, onları tanıdığını, arada sırada sadece annesi ile gözgöze geldiğini anlattı babası.
Ama herşeye rağmen mutluydular, tıpkı bizim gibi...
Sonra kadın hayatta duyduğu en büyük pişmanlığın 2 çocuk daha yapmaması olduğunu anlattı. Engelli oğlundan küçük 2 kızı daha vardı aslında ama "yetemiyorlar" dedi," kendi hayatları, aileleri var ve oğluma yardım için yetemiyorlar, keşke 2 çocuk daha yapsaydım. Anla o kadar zor bu durum"". O yüzden" dedi "acilen bir kaç çocuk daha yap beni dinle, sonra kafanı taşlara vurursun".
Söz istedi, verdim...