13 Haziran 2010 Pazar

baba olmak

Babasını kan tutardı oğlanın, bir damla kan gördüğünde fenalaşırdı, bembeyaz kesilirdi.  Bürokrasi gerektiren her türlü işten herkes gibi sıkılır, kaçar bir türlü halledemezdi. Ne zamanki yatırıldık hastaneye ben içerde koştururken kucağımda oğlanla, o dışarda koşturdu kolunun altında evraklar, kucağında kan torbaları ile.  Ne zamanki yorgunluktan başım önüme düştü, oğlanın yanında o kaldı, yemeğini yedirdi, sakinleştirdi, ateşini düşürdü. Ben dayanamazken patlayan damarlara katater takılmasına, kolunu bacağını tuttu oğlanın, ağlatmadı, izin vermedi canının yanmasına.
Olması gerekeni yaptı, benim kadar onunda sorumluluğuydu oğlan, benim kadar onun da canıydı. Ne eksik ne fazla, tam kararında...
Bir gün öğrendik ki hastanedeki odayı paylaştığımız anneler eşimin gece orada kalmasını istemiyorlar, "rahat edemiyoruz" diye doktorlara şikayet ediyorlar. "Rahat etmek?" Kimse rahat etmiyor ki o odada. Öğrendik ki beni şikayet ediyorlar çocuğun başında durmuyorum diye, babası yardımcı oluyor diye, onlar gibi yorgunluktan aklımı yitirmiyorum diye. Öğrendik ki kocaları ile kavga ediyorlar, bir babanın neler yapabildiğini gördükleri ve kendi kocalarından da istedikleri için, o zaman anladık bütün bu şikayetler aslında istedikleri şeyi alamamanın hıncı, üstlendikleri sorumluğu paylaşamamanın mutsuzluğu yüzünden.
Güldük geçtik, hiçbirşey olmamış gibi devam ettik hayatımıza. Alıştılar bir müddet sonra, aylar boyunca odanın Murat Abi si oldu eşim.  Ama hastabakıcılar hep şaşırdılar ona, özenine, titizliğine... Bir gün yanımızdan geçerken içlerinden biri seslendi "babaya bak babaya, bedel üç beş anaya!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder