31 Ağustos 2010 Salı

polaroid

Geçen gün fotografların durduğu kutuyu karıştırırken o polaroid geçti elime. Yeni eve taşınırken koymuştum bu kutuya hatırlıyorum ama çıkartıp bakmamışım yıllardır.
Tekrar bakmama gerek yok aslında çekildiği an'da, fotograftaki ifadeler de aklımda, sadece zamanla biraz solmuş polaroidin yapısından dolayı. Yaşıyor bu fotograf karesi, her canlı gibi bir ömrü var, bir bu kadar süre sonra tamamen solacak ve ölecek. Ama benim aklımda hep kalacak o an, o küçük el, o garip gülüşüm...
Tam 6 sene öncesi. Oğlan daha 1 haftalık. 6,5 saatlik beyin ameliyatından çıkmasının bir gün sonrası. Özel bir hastanenin yeni doğan yoğun bakım odası. Her yerde küvözler, küvözlerde hasta bebekler. Serumlar, ekranlar, sesler sesler...
Hemşire babasıyla beni içeri almış, üzerimizde önlükler, mavi beyaz pötikareli. Ellerimizi fırçalamış sonra steril etmişiz. "alabilir miyim kucağıma?" demişim, izin vermişler. Oğlanın başını omzuma dayamışım. Kafası kocaman sarılmış, çay kaşığı kadar yüzü görünüyor, gözleri kapalı baygın, teni beyaz, bembeyaz. Üzerine beyaz bir body giydirmişler, sol eli sargılı, damar yolundan serum veriliyor. Babası elini tutmuş gülümseyerek oğlana bakıyor, "aferim sana" bakışı bu, biliyorum.
Hemşire tam o anda "resminizi çekmemi ister misiniz?" diyor.  "evet" diyorum. Ne saçma bir belge aslında, ne garip bir an.  Ne işi var bu fotograf makinesinin bu odada? En doğal şeymiş gibi, bir doğumgünü anısı çektirirmiş gibi poz veriyorum. Yüzümde delice bir gülüş, neredeyse 32 diş ortada. İfademde delilik var, lohusalık var, panik var, yorgunluk var, gurur var,"bitti, yarın eve gideceğiz " zannettiğim  boşuna bir sevinç var, "ya bitmediyse?" diye korku var.
Fotografı elime tutuşturuyorlar, bende oğlanı onların kucaklarına. Cebimde resim odadan çıkıyoruz, 4 saat sonra tekrar geri gelmek üzere, daha bu koridorlarda seneler boyunca dolaşacağımı bilmeden...
(resim: m. karatoprak)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder