24 Ağustos 2010 Salı

en ağırı

Eskiden çok eskidendi. “Yaşadım mı ben bunu” dediğim kadar eskiden. Hepi topu 3 sene öncesi, derine gömüldüğü yerde, sanki başka bir yaşamdanmış gibi eskiden.

İşteyim, telefon çalıyor.” Ayşin” diyor babası “yine aynı şey oldu, öğle uykusuna yattı ve uyandıramıyorum” Kalbim yerinden oynuyor, midem büzülüp küçücük oluyor. “geliyorum" diyorum. "Siz yola çıkın, acilde buluşuruz". Bomontiden Altunizadeye araba kullanacak halde değilim, iş yerinin şoförü yetiştiriyor. Buluştuğumuzda oğlan babasının kollarında derin uykuda. Acilde sıradayız, doktorları bekliyoruz, gelip bakanlar hiçbir şey yapamadan dönüyor. Bu kaçıncı sefer aynı şikayetle buraya gelişimiz. Kiminde hemen ayılmış, kiminde 3 saat sonra, kiminde ertesi sabah ama teşhis konulamıyor, ayıldığında hiçbir şey olmamış gibi tüm maymunluklarına devam ediyor. Yine aynı testleri istiyorlar. Ben de sabır kalmamış, "yok" diyorum "bu sefer daha farklı sanki…"  Herkese soruyoruz “şimdi ne olacak, ne yapacağız,?” Cevap yok, kimse bilmiyor. Özel hastaneyi arayayım diyorum sanki çare orada varmış gibi, vazgeçip cerrahımızı arıyorum akıl danışmak için “durun orada” diyor “kımıldamayın bir yere, doğru yerdesiniz” Sonunda yatırıyorlar bizi çocuk acilin küçük yatağına. Kapıya en yakın yatak, hep geldiğimiz yer. Ne nerede hemşireler kadar iyi biliyorum, doktorlar tanıdık, Semra Hemşire nöbetçi. Rahatlıyorum biraz.
“Menenjitten şüpheleniyoruz” diyorlar "belinden sıvı alacağız” ,“hayır” mı diyeceğim, seçeneğim yok ki.  Beyin Cerrahiden gelip müdahaleyi yapacaklar diyorlar. “hah “ diyorum, “geliyor benimkiler” Şu koca hastanede en sevmediğim ekip bu. Kraldan çok kralcılar çetesi. Ne kalpleri, ne elleri, ne karakterleri, ne vicdanları ustaları kadar gelişmemiş olan ama ustaları gibi görünmek için kelle kopartan çaylaklar sürüsü.  Oysa ustalarını yani oğlanın hayatını kurtaran cerrahı taparcasına seviyorum. “Peki “ diyorum ama içlerinden birinin methini duymuşum, ne kadar acemi olduğunu. Tam da "o gelmesin" derken kapıda beliriveriyor. "Hayır" diyorum "seni istemiyorum, sen git başkası gelsin". Şaşırıyor ilk defa bir hasta yakını tarafından geri çevrilmiş. Canımın burnumda olmasının acısını o çekiyor ve bir başkasını yolluyor.
Belden sıvı almak o kadar kolay değil, işinin ehli adam lazım. Oğlana cenin pozisyonu veriliyor, belkemiğindeki omurların birinin arasından ucu çok uzun sivri bir iğne ile giriliyor. Oğlan “hık” diye bir ses çıkartıyor, gözlerini açıyor, ağlar gibi bir yüz ifadesi yapıyor ama tekrar uykuya dalıyor. İşlem başarısız, sıvı alınamadı. Bir daha deneniyor, sonra bir daha, sonra bir daha.  Sonuncusunda biraz dinlensin diye bırakılıyor, sıvı alınana kadar işlem tekrar edilecek. Oğlanda ben de kıpkırmızıyız, ama o hala ayılmamış. Kucağıma alıyorum, başını omzuma yaslıyorum, bir iki dakika öylece duruyoruz. Garip bir ses geliyor gırtlağından, kaskatı kesildiğini hissediyorum, yüzüne baktığımda gözleri dışarı fırladığını, dudaklarının morardığını fark ediyorum. Hemen elimi ağzına sokup yan yatırıyorum. Ne diyorum sonrasında? nasıl bağırıyorum?  “nöbet geçiriyor” mu “yetişin” mi “doktor” mu ne?  Birileri geldiği anda kapıdan koşarak çıktığımı hatırlıyorum, babasını bulmak için.  Koşarken bağırdığımı da…Eşim koşuyor ben koşuyorum, bakıcı ablası ve eşi gelmiş o arada, onlar koşuyor, arkadaşlarım varmış dışarıda, onlar koşuyor, bir gürültü, bir karmaşa, birbirimize çarpıyoruz, beni oturtup yüzüme su sürüyorlar.  Bir yere gidememişiz  ki yine acilin önündeyiz, kapı aralık, oğlanın yatağının başı kalabalık.  Sürekli "ne yapabilirim"i düşünüyorum. Bir taraftan da "benim yüzümden, benim yüzümden" diye hastalıklı bir tekerleme tutturuyorum.
 Dr. Bahar’ı ben mi, arıyorum yoksa zaten aranmış mı da koşarak geliyor bilemiyorum. “sakin ol” diyor ve içeri giriyor.
Yıl gibi geçen dakikalardan sonraki sahne oğlan sedye ile kapıdan çıkartılıyor, ağzında nefes almasını sağlayan tüple doğruca beyin cerrahi servisine alınıyor .
“kalbi durmuştu" diyor Dr. Bahar "3 dakika kadar, ama endişelenecek kadar çok değil, geri getirdik, solunum cihazına bağladık, sakinleştirici verdik”  Deriiin çok deriiin bir nefes çekiyorum.
Geceyi başında geçiriyoruz sırayla ve yorgunluktan yarı baygın vaziyette. Sabah oluyor, öğleye doğru oğlan gözlerini açıyor verilen tüm sakinleştiricilere rağmen, solunum borusunu diliyle iterek çıkartmış, ilk işi gülümsemek oluyor sonra öpücük vermek.
Hayranlıkla bakıyorum oğluma, müdahale sırasında kırılmış dişlerine, kazınmış saçlarına ve bacağındaki morluklara, savaştan zaferle çıkan kahramanıma…

5 yorum:

  1. sabah sabah gözlerimi doldurdunuz sonrada güldürdünüz çok yaşayın emi :) ,sevgilerimle

    YanıtlaSil
  2. Yaşadığınız her saniyenin güzel oğlunuza sağlık getirmesini diliyorum, her an bir öncekinden bir adım ileriye gittiğini yazılarınızdan okuyorum ve uzaktan ve sessiz bile olsa mutlu oluyorum, oğlunuz için sağlık diliyorum. Oğlunuz sizin varlığınızdan dolayı, siz ise oğlunuzun varlığından dolayı çok şanslısınız.

    Bir gün kızım ile oğlunuzun tanışıp arkadaş olmasını çok isterim.
    sevgilerimle
    Songül

    YanıtlaSil
  3. Sevgili güzel kadın, sana, büyük savaşçı Umut'a ben ne diyeyim bilmiyorum.... Ama onun seni seçtiğini çok çok iyi biliyorum...

    YanıtlaSil
  4. Umut ve sen çok güçlü özel insanlarsınız.. Umut öyle doğru bir anne seçmiş ki... Ve ben bu kahramanın ellerini koklayarak öpeceğim günü sabırsızlıkla bekliyorumm... UMUT'lu uzun yıllara... Sevgilerimle..

    YanıtlaSil
  5. Arkadasim..inan oyle bir yasadim ki o gunlerini seninle simdi.. nasil tarif edecegimi bilemiyorum.. Tum iyilik melekleri etrafinizda ve sizleri koruyor olsun..Birdaha oyle uzucu seyler yasamayin.. Umuyorum ki o kotu gunlerle tum uzuntu kredilerinizi tuketmis, sinirsiz mutluluk konturlerini kullanmaya baslamissinizdir.. Tum kotulukler, kotu gunler sizden uzak olsun..

    YanıtlaSil