19 Nisan 2011 Salı

melekle şeytan aynı bedende olur mu?

Benim bir arkadaşım var, blog sayesinde, Umut sayesinde tanıştığım. Adı "Papatya" Ortak yönlerimiz çok. Hem anneyiz, hem de başımızdan bir hastalık geçmiş, bu da hayata bakış açımızı, çocuk yetiştirme tarzımızı birbirimize benzer yapmış.
Aşağıdaki O'nun hikayesi... O'nun ve güzel çocuklarının...Bu yazıyı bu blogda yayınlamamın sebebi ise son paragrafta yazılı...özetle bir kaç kişiyi bile olsa umutsuzluk kuyusundan kurtarmak için...


""""""Hayat pek çok sürprizlerle dolu. Bazen en mutlu anların ardından beklenmedik üzücü olaylar yaşanabiliyor. Bazen de en içinden çıkılmaz sıkıntıların ardından bir sabah yepyeni umutlar doğabiliyor. Sevinçle korku, endişeyle mutluluk birbirinin içine geçerek şekillendiriyor hayatı. Ölümün nefesini ensesinde hissetse de insan, yepyeni bir hayatın içinde filizlendiğini bilmenin coşkusu herşeyi bir anda unutturuveriyor...
Benim hikayemde de pekçok endişe, inanılmaz tesadüfler, hayal kırıklığı, coşkuyla yaşanan mutluluk, ölüm korkusu, yoğun sevgi ve aşk; hepsi içiçe yaşandı.
Anne olmanın sorumluluğunu omuzlarımda taşıyabileceğime öncelikle kendimi ikna edebilmem 8 yılımı almıştı. Her türlü endişeyle yoğurulmuş upuzun bir bekleyişin ardından sağlıklı doğan bebeğini ilk kez kucağına aldığın andaki duygu o kadar güçlüydü ki daha o gün aynı duyguyu bir kez daha yaşamak istediğimden emindim. Yine de kızımın ona verdiğim enerjinin ve zamanın yarısıyla yetinemeyecek kadar küçük olduğuna inandığımdan ikinci bir çocuğa karar vermem pek kolay olmamıştı.
Daha önce hamileliği yaşamış olmanın tecrübesiyle pek çok aşamayı daha rahat atlatmıştım. 28. haftada çıkan hamilelik şekerinin bir hamilenin başına gelebilecek en kötü şey olduğunu zannettim. Hayatın benim için daha ne sürprizler hazırlamış olduğundan haberdar değildim.
Şeker teşhisiyle, hamilelikte elimde olmadan artan imrenme duyguma büyük bir gem vurulmuş sıkı bir diyetle şekerimi yükselten herşeye veda etmek zorunda kalmıştım. Diyet, hamileliğin sonuna kadar toplam 4 kilo kaybetmeme sebep oldu.
Hamileliğimin son haftalarında kilo kaybetmemin, yüreğimi eriten başka bir etkeni daha vardı aslında. Çünkü 32. haftadan itibaren hiç beklenmedik bir anda kendimi bambaşka bir mücadelenin içinde bulmuştum. Bu macera bir süredir göğsümde hissettiğim bir kitlenin büyük bir şans eseri uzman bir doktor tarafından muayene edilmesi ve “Bunun sandığın gibi süt bezeleriyle bir ilgisi yok. Sakın erteleme! Hemen ne olduğunun anlaşılması gerek!” diyerek gözümü korkutmasıyla başlamıştı.
Giyinirken elimle fark ettiğim bu kitleye o güne kadar çok da önem vermemiş, doktoruma bile söz etme gereği duymamıştım. Yine de bilinçaltımda aklımı meşgul ediyordu ki her sabah yaptığım gibi, uzun bir yürüyüş için merkeze doğru yönelmiş belediyenin düzenlediği Onkolog Uzmanlar tarafından Göğüs Muayenesi Kampanyasına katılmaktan kendimi alamamıştım. Eliyle muayene ettiği anda yüzündeki ifade değişen genç, güzel kadın doktor -ismi gibi- hayatımı kurtaran bir melek oldu.
O akşam tam 1 saat ultrasondaydım. Uzman gözlerini kocaman açmış ekrana bakıyor, ağzından bir tek kelime çıkmıyordu. Bir saat sonunda bana tek söyleyebildiği “sağ göğsünüzde hiç birşey yok” oldu. “Sol göğsünüz için, bir onkolog doktorla görüşmeniz gerekecek” dediğinde birşeylerin tahmin ettiğimden de ciddi olduğunu anlamıştım. Belirsizlik onkolog doktorun yaptığı biyopsinin sonuçları çıkıncaya kadar sürmüştü. Sonuçlar temiz değildi. Teşhis göğüs kanseriydi.
Bütün doğum senaryosu altüst olmuştu. Bu haberi, ilk öğrenmek zorunda kalan eşim olmuştu. Zavallıcık beni kaybedebileceği endişesini derinden hissederken belki de hayatının en zor saatlerini yaşamıştı. Beni oturtup buz gibi elleriyle ellerimi tutarak durumu bana söylediğindeyse ağzımdan çıkan ilk söz “N'apalım?!” olmuştu.
Tuhaf bir korkusuzluk kaplamıştı içimi sanki. O anda, aklımdan geçen ilk şey şuydu: “Böyle bir hastalığa yakalandıysam, muhakkak ki bu aşamada onun da bir tedavisi olmalı. Ne gerekiyorsa, bana ne derlerse onu yapacağım. Yeter ki iyi olayım. Çünkü çocuklarım var. Daha yüzünü görmediğim bir bebeğim var”.
Hiçbir zaman “Neden ben? Ne kadar şanssızım! Ne kötü bir kaderim varmış!” diye isyan etmedim. “Çocuklarıma ne olacak? Onları kim büyütecek?” diye paniğe de kapılmadım. Aksine "Neden ben?" diye isyan etmenin ne kadar da bencilce olduğunu düşündürmüştü bu olay. Sanki böylesi hastalıklar hep başkalarının başına geliyordu da biz hikayelerini masal gibi dinliyor çok geçmeden de unutuyorduk. "Bugüne kadar nasıl bir mücadele verdiklerinden bile haberdar olmadığım bu insanlardan biri de neden ben olmayayım?" diye hiç düşünmemiş olduğuma şaşırdım. Halbuki böyle bir ihtimal her zaman vardı, herkes için vardı. Çocukluğumuzdan beri beynimize kazınmış bir slogan sürekli yankılanıyordu beynimde: “Erken teşhiş kanseri önler!”. O kadar geç kalınmış olamaz, diyordum kendi kendime.
Karnımda her geçen gün büyüyen minicik yavrunun bana verdiği müthiş enerji miydi, yoksa yaşadığım büyük şokun etkisiyle beynim uyuşup da olayları idrak etmem mi zorlaşmıştı bilemiyorum gerçekten. Tarif edilemeyecek tuhaf bir duygu kaplamıştı içimi, ölümü ve ölmeyi hiç düşünmedim. O an sanki buna inanmak ya da inanmamak benim elimdeymiş gibi geliyordu bana ve ben, en kara senaryolara saplanıp kalmak yerine, bu savaşı kazanacağıma inanmayı tercih etmiştim.
Şaşkın şaşkın bakıyordum etrafıma; Sevgilim, ailem, doktorum, herkes benden daha üzgün, daha çaresiz görünüyorlardı. Beni sevenler ne yapacaklarını bilememekten benden çok yıpranıyorlardı. Zaman zaman “Ama ben hiç korkmuyorum!” diye haykırmak geliyordu içimden, bana acıyarak bakanların yüzüne. Göğüs kanseri teşhisi konduğunda bebeğim 32 haftalıktı.
Onkolog ve jinekoloğum, benim tedavimi olabilecek en kısa sürede başlatabilmek uğruna, bebeğime ancak kuveze girmesini gerektirmeyecek kadar asgari sürenin tanınarak doğması gerektiğinde anlaşmışlardı. Ona kıyabildikleri zaman yalnızca 2 haftaydı. Bu süre sonunda 34 haftalık bebeğim gelmeyi planladığı zamandan çok önce doğurtulacaktı. Bir bebeğin gelişimi açısından, anne karnında geçirdiği bir günün, anne karnı dışında geçirdiği bir günle hiçbir şekilde kıyaslanmayacağını; fazladan bir tek günün bile onun hayatında ve sağlığında çok büyük rol oynadığını biliyordum. Ama bizi sıkıştıran bir etken vardı ki, hamile olmam, karnımdaki bebekle tomografi gibi tetkiklerin yapılabilmesine izin vermiyordu.
Kanser teşhisim konmuş olsa da, doktorlar bile hastalığın ne aşamada olduğunu bana söyleyemiyorlardı. Bize en karamsar tablonun dahi çizilip gözümüzün korkutulduğu, bu belirsizlik günleri diyebilirim ki hayatımı(zı)n en zor günleriydi. Kötü birşeyler oluyordu içimde ama neydi bu ve ne kadar kötüydü, kimse bilmiyordu.
Ama benim yüreğimde, "acaba geç mi kalındı?" korkusuna baskın gelen başka bir duygu vardı. Benim bir an önce yapmam gereken tetkikleri yapabilmem uğruna, daha 2 kilo bile olmayan bebeğimin bu kadar erken doğmak zorunda olmasından açıkçası suçluluk duyuyordum. Çünkü içimdeki o korkusuz yürek ferahlığı madem ki durumumun o kadar da geç kalınmış olmadığını fısıldıyordu bana, o zaman bebeğim neden o kadar erken doğsundu ki?
Sürekli bunu düşünüyor, geceleri uyuyamıyordum. Tetkikler yapılıp da sonuçta bana hiç de panik olunacak bir durumumun olmadığını söyleyecek olurlarsa, bebeğimin benim uğruma erken doğmuş olmasından duyacağım suçlulukla, bu habere sevinemeyecektim bile. En sonunda içimi rahatlatıcak kararı verdim; jinekologumla konuşup doğumu 2 hafta daha ertelememizi istedim. Her ne kadar bana hak verse de; artık bu kararın yalnızca bebeğin doğumuyla ilgili değil aynı zamanda da annenin sağlığıyla (belki de hayatıyla) ilgili olduğunu hatırlatıp onkologla görüşmeden tek başına karar veremeyeceğini söyledi.
Onkolog iki haftayı çok buldu; pazarlıkla 1 hafta daha erteleyebildim! Doğum 35. haftanın sonuna planlandı.
Artık herkes elimden gelen fedakarlığı yaptığımı söylüyordu. Bundan fazlası belki de benim kaderimle oynamaktı. Bana kalsa 1 hafta daha beklerdim ama... bana kalmadı karar. Jinekologum, biliyorum ki üzülmeyeyim diye, "merak etme, bebek 2 kilo civarında olacak" diye beni avuturken, 35 haftalık minik oğlum 2.500 gr. doğarak herkesi şaşırttı. Sağlıklıydı, kuveze girmesi gerekmedi. Doğumdan 1 hafta sonra tomografiye girdim. İlk iyi haber; göğsümdeki kitleden başka bir yerde hiçbirşeyin bulunmamasıydı. Aldığım kemoterapiler sonrasında göğsümdeki kitle tamamen yok olmuştu. Ameliyatla biyopsi için bir parça alındı yalnızca. Bundan az kayıpla kurtulunamazdı.
Hayat bizim için sandığımızdan da kısa hesap edilmiş olabilir. Bunu kimse önceden bilemez. Herşey yolunda giderken, bir sabah kalkıyorsun, bir telefon geliyor, bir haber alıyorsun ve artık hayatın istesen de eskisi gibi olamıyor. Hayatın kıymetini ancak elimizden almaya kalktıklarında anlıyoruz, sağlığın da öyle. Birden herşey kendi irademizin ve kontrolumuzun dışında hızla değişiveriyor. İşte o zaman bambaşka bir gözle bakıyorsun hayata dair herşeye, sevdiklerine, yaşamak istediklerine, yapabildiklerine ve yapamayacaklarına. Sevdiklerinizle birlikte olamadığınız anlara hayıflanmakla zaman kaybetmenin anlamı olmadığını idrak edin artık. Hayatta birlikte geçireceğimiz ne kadar zamanımız kalmış olursa olsun, o zamanın ayırabildiğiniz kadar çoğunu sevdiklerinizle, özellikle çocuklarınızla geçirmenizi tavsiye ederim. Durumunuz ne kadar vahim olursa olsun, uyandığınız her güne size fazladan bağışlanmış yeni bir gün gibi bakın!
Çocuklarınıza paylaşılmış güzel günlerin anılarından güzel hediye olabilir mi?
Başından geçenleri gülümseyerek anlatabilenlerin, herşeye rağmen hayatlarına kaldıkları yerden -hatta daha da çok değer vererek- devam eden, hiç yılmayan kadınların hikayeleri, bana ne kadar iyi geldiyse, beni yüreklendirdiyse; istiyorum ki benim hikayem de birkaç kişiyi yüreklendirsin ve umutsuzluk kuyusuna saplanmaktan kurtarsın.""""""""""""""""""

fotograf : papatya ve dariocuk

2 yorum:

  1. Hangisine önce teşekkür etsem canım...
    Beğendiğin için mi? paylaştığın için mi? Ortak yönlerimizi bulup çıkardığın için mi?
    Galiba en çok bana "arkadaşım" dediğn için :)
    Gözlerim doldu sevinçten!
    Çok çok sarılmak geldi içimden.. kimbilir belki birgün canım :) umarım...
    öpüyorum

    YanıtlaSil
  2. harika bir yazı paylaşım üzücü tecrübeler var evet ama hayatta herşey bizler için bizimle paylaştığınız için sağolun

    YanıtlaSil