27 Kasım 2011 Pazar

deli kadın hikayeleri

Bir arkadaşım "nasıl delirmedin?" diye sormuştu bana, "nasıl delirmeden atlattın o günleri?"  Sanki delirmek bilinçli yapılan, ha deyince olan veya geçtiğinde, bittiğinde anladığın "haaa ben delirmişim meğer" denilebilen bir durummuş gibi...
"belki de delirmişimdir" demiştim "belki sen de deliymişsin de, o yüzden anlamamışsındır."
 Gülmüştüm.
Bugün Mine Söğüt'ün kitabını okudum  Deli Kadın Hikayeleri'ni. Bugün anladım aslında o günlerde nasıl  delirdiğimi,  nasıl gidip geldiğimi.  O günlerde gördüklerimin çoğunun da delirenler olduğunu.  Hepsini tek tek hafızama kazıdığımı, anlamaya çalıştığımı.
Çocuğu sakat doğdu diye reddeden kadını,  aylardır yoğun bakımda yatan çocuğunu bırakıp yeni hayat kurmaya çalışan anneyi, bebekleri yaşasın diye çırpınan, ayağındaki damar yolu çıkıvermesin, zedelenmesin diye tuvalet kağıdı rulolarından küçük patikler yapan babayı, yani eşimi... Komaya girmiş çocuğa ille de yemek yediren beni...Sürekli gülen, gülerken de sinir bozukluğundan zangır zangır titreyen beni, hastane koridorlarında senelerce eşofman ve terlik ikilemesiyle dolaşan beni...
Mine Söğüt yazmış hepsini, kadınları, deli  kadınları.  Eşi, Ustaların Ustası Bahadır Baruter'de resimlemiş.  Bir solukta okudum.  Çok tanıdık geldi.
Ve bugün "haa ben delirmişim meğer" dedim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder