30 Mayıs 2011 Pazartesi

ÇOCUKLUĞUM; İKİ TERS, Bİ DÜZ

Pınar, yeni arkadaşım. Uzun zamandır adını duyduğum ama daha yeni tanışıp yazışmaya başladığım hayat dolu, neşeli, işli güçlü, evli barklı ve de CP'li arkadaşım. O'ndan, yaşadıklarından ve de annesinin deneyimlerinden yararlanacağım çok şey olduğunu düşündüğümden kendisinden bana yazılar yazmasını rica ettim. O da beni kırmadı ve çocukluğu ile ilgili çok güael bir yazı yolladı. Paylaşmayı borç bildim:


"Dikkat çekici bir çocuktum. Alnıma düşen sarı buklelerim, uzun kıvrık kirpiklerim ya da menekşe rengi kocaman gözlerim yoktu ama herhangi bir yere girdiğimde herkesin bana baktığını, bakmakla kalmayıp inceden süzdüğünü görürdüm. Çünkü “bir tuhaflık” vardı bende.

Aklımın erdiğine inandıklarında annem o önemli konuşmayı yapmış ve “yarım spastik” olduğumu vuruvermişti yüzüme. “Sen farklısın, hiçbir şeyi başkaları gibi yapamayacaksın ama başkaları gibi yapamamak dünyanın sonu değil.” Gibi bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Başıma gelen bu şeyin nedenini sorduğumda ayrıntı sever bir kadın olarak gereğini yapmış ve uzun uzun anlatmıştı her şeyi.

Annem için benim ne olduğum önemli değildi. Beni koşulsuz bir sevgiyle seviyordu ve başkalarının beni kabullenip kabullenmemesi umurunda değildi. Tıpkı diğer çocuklar gibi –bir yıl rötarlı da olsa- ilkokula gidecek ve belki de sınıfın en temiz ve özenli giyinen kızı olacaktım. Oldum da. Annemin ördüğü süeterleri giymeye, dantel yakalıkları takmaya da ilkokulda başladım. Daha doğrusu, hatırladığım ilk “anne örmesi” eşyalar bunlardı.

Şimdikilerle kıyaslandığında annemin bu işte epeyce acemi olduğunu söyleyebilirim. Sanırım benim bedensel gelişimimle haddinden fazla ilgilenmesi ve adeta kendisi de spastikmiş gibi egzersizleri benimle birlikte yapması onun örgü mesaisinden çalıyordu. Yaşım ilerleyip artık annesiz hareket etmeye başladığımda annemin örüp bana giydirdiklerinin hem sayısı arttı, hem de niteliği değişmeye başladı.

Annem daima öğretmenlerimle özel ilişkiler kurduğu ve bana gözkulak olmaları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı için gelip giden tüm ilkokul öğretmenlerim –ki toplam beş taneydi- örneğin ilikleyemediğim ceket düğmelerini ilikler, çözülmüş olan ayakkabıı bağlarımı bağlarlardı. Diğerleri gibi olmadığımı ispatlayan bütün ayrıntılardan nefret eder, öğretmenlerimin gösterdiği bu “fazla şefkatten” hiç hoşlanmazdım.

Bütün bu ekstra çevre yardımlarına ve öğretmenle geçirilen fazladan dakikalara bir de “bakayım hırkana, annen yine döktürmüş, yaklaş biraz da şu örneği alayım”lar eklenince, dikkatler iyice üzerime toplanır ve annemin ördükleri başıma fena halde bela olurdu.

Lacivert eteğin üzerine giydiğimiz yasak grilerle okul kapısında beklediğimiz ortaokul ve lise yıllarında anne örgüsü süveterler ya da hırkalar benim için pek bir şey ifade etmezdi. Büyümüş ve çılgın anneyle birlikte harcanmış insanüstü çabayla nispeten daha az dikkat çeken bir kız olmuştum. Hala sınıfın en temiz pak öğrencilerinden biriydim ve üzerimde annemin örneğin Vakko’nun vitrinine bakarak çıkardığı örnekle okula gidiyordum. Sınıf arkadaşlarımın memeleri yavaş yavaş büyümeye başlamıştı hepsi güzel –hiç olmazsa genç- birer kız olmuştu ama benim bedenimde henüz bir hareket yoktu. Sınıfın en sevilen kızlarından biriydim ama tabii “arkadaş olarak.” Oysa farklı bir biçimde sevilmek ve spastikliğimden ya da üzerime giydiğim haraşo şeylerden gayrı da dikkat çekici olmak istiyordum. Annemle kurduğum sıkı ve özel ilişkidense artık tamamen sıkılmıştım ve onun ördüğü şeyleri giymek de bana üzerimdeki “anne etkisi” ni hatırlatmaktan başka bir şey yapmıyordu. Hatta bazen çantama yedek bir kazak atarak üzerimdeki anneden kurtulmayı denediğim de oluyordu.

Ne zamandı, tam olarak hatırlamıyorum ama başıma gelenleri tam olarak algılamayı ve insanlarla kurduğum ya da kuramadığım ilişkilerin faturasını anneme kesmemeyi başardım. O noktadan itibaren de annemin ördükleri yalnızca “kazak” ya da “hırka”ydı benim için.

Şimdilerdeyse, belkii yeterince yaş aldığım için, bayılıyorum “annem ördü” demeye. Annemse kafamda olup bitenlerden habersiz, dünyanın en mutlu “ören bayan”larından biri olmaya devam ediyor. Çünkü o da “ben ördüm” demeye ve örüdüğü şeyleri en küçük ayrıntılarına kadar anlatmaya bayılıyor.

PINAR DENİZ

2 yorum:

  1. pınar yaşın kaç olursa olsun hep pınar kal yeter...

    YanıtlaSil
  2. harika bir yorum daha güzel'i olamazdı...

    YanıtlaSil