22 Kasım 2011 Salı

Wendy ve oğlu

Çinlilerle anlaşmak  zor ama aynı zamanda bir o kadar da keyiflidir.  Bir kere İngilizceyi çok iyi bilmeyeceksin. Cümlelerini kısa ve net kuracaksın.  Duyduğuna değil gördüğüne inanacaksın. "hayır" demezler, "anlamadım" lügatlarında yok, ayıp çünkü, saygısızlık, o yüzden herşey "evet"tir, her şey "tamam".   Vucut dili de başkadır zaten.   O başka şeye kafa sallar, sen başka.  Gülümserler, çok sık kahkaha atarlar ama komik olanın ne olduğundan çoğunlukla emin olamazsın.
Çalışma saatleri başka, aile hayatları başka, yemek kültürleri bambaşka.  Ama bir şey var ki  çok bizden, aynı bize benzeyen;  "Çocuk sevgisi!"   Bebek gördüklerinde verdikleri tepki,  çocukları ile zaman geçirirken ki halleri, onlara sarılmaları, öpmeleri, şımartmaları, küçük imparator yaratmaları tıpkısının aynısı, adeta Türk insanı.
70'lerden itibaren tek çocuk yapmaya izin vermiş devlet. kız, erkek ayırımı yapılmasın, aslında erkek evlat kayırılmasın diye de ultrasonu limitlemiş, doktorun aileye bilgi vermesini yasaklamış. Sonra ikinci çocuk isteyenlere çok yüksek bir tutar karşılığında izin vermiş, ama halk yoksul sadece çok zenginler ödeyebilmiş. Gittikçe esnemiş kurallar, rüşvetler, kız çocuklarını nufüsa yazdırmama başlamış,  şimdilerde anne ve baba üniversite mezunuysa ve de tek çocuksa ikinciye izin vermeye başlamışlar.
Ben böyle bir toplumda, SP'li  çocuğa sahip olmuş bir anne tanıdım. Aslında Wendy'yi (üniversite mezunları batılı ismi kullanıyorlar)  tanırdım ama SPli annesi olduğunu bilmezdim.  Bir gün mailler aksamaya, sonrada gelmemeye başladı kendisinden.  Patronu ile yazışmaya başladık. Sonradan çok sevdiğim bir arkadaşım haber verdi. "işten ayrıldı" dedi, çocuğunu anlattı, "Yardımcı olabilir misin?  Konuşabilir misin?"  "tabii ki" dedim. "elimden geldiğince..."
Fuarda standlarına uğradığımda Wendy yoktu ama karı koca olan patronları oradaydı. Önce iş güç konuştuk, kumaş seçtik, fiyat yaptık.  Bir türlü giremedim söze, nasıl soracağımı, nasıl başlayacağımı bilemedim . Sonra "ya allah" diye başladım konuşmaya kafa göz yararak.  Konu zaten çok hassas, anadilde konuşurken bile kelimeleri iyi seçmek gerek, değil ki Çin İngilizcesini anlamak ve dert anlatmak...Ama konu başlayınca su gibi akıp gitti.  Ne kültür farkı kaldı, ne vucut dili.. Önce bana Çinli Ufaklığı anlattılar, annesinin artık çalışamadığını, ama desteklerini kesmediklerini, maddi manevi yardım ettiklerini, doğumda oksijensiz kaldığından dolayı SP olduğunu, 2 yaşına geldiğini, babanın çocuğu istemeyip ikinci çocuk için devlete başvurduğunu, çünkü çinde engelli çocuğun utanç kaynağı olduğunu, tedavi için her gün masaj olduğunu, Çinli bir doktora gittiklerini... Sonra ben Umut'u anlattım, geçirdiğimiz evreleri, tedavisini,  şimdi okula başladığını, konuşmaya ve yürümeye çalıştığını.  Görüşmemizin en önemli anı benim SP'li çocukların aslında ne kadar akıllı olduklarını söylediğim dakikaydı. Kadıncağız ağlamaya başladı, adam duyduklarına inanamadı. "ama hiçbir şeyin farkında değil, kimseyi tanımıyor" dedi. Yanıldığını söyledim, sadece daha dikkatli bakmaları gerektiğini, izlemelerini ve o zaman farkedeceklerini. "annesi hep söylüyor zaten" dedi kadın, "haklı" dedim.  Gülümsediler.
"Wendy mutlaka bana yazsın, paylaşacak çok şeyimiz var" diyerek oradan ayrıldım, kendime gelebilmek için koyu bir de kahve içtim.
Tam 1 ay geçmek üzere, ama Wendy hala yazmadı.  Ama biliyorum kesin haberleşeceğiz yakında. Bu veletler bizi biraraya getirecek...Belki atlar gideriz biz de oralara, o masajları olmaya... Kimbilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder