28 Mayıs 2012 Pazartesi

sağlıkçı

Ameliyathanelere girdim, anılarını zihnimde toparlamakta zorlandığım.
Steril kıyafetleri giydim defalarca, rengini hatırlamak bile istemediğim
Maskelerle soludum belki yüzlerce defa, kokusunu unutmaya çalıştığım
Doktorlarla, hemşirelerle konuştum, tane tane, net!
Yoğun bakım kapılarında bekledim dimdik, kime neyse?
Serumlar taşıdım, test sonuçlarını yorumladım.
Damar aradım evire çevire, her bir elde, her bir ayakta
MR'lara Rontgen sonuçlarına baktım uzun uzun, anlamaya çalışarak
Geceleri kantinlerde, teraslarda, sandalye tepelerinde sabahladım.
Hep sordular bana, doktorlar, hemşireler, kantinciler, temizlik görevlileri, güvenlikler
“sağlıkçı mısınız?”
“hayır, anneyim, sakin kalmaya çalışan, derdimi net anlatabilmek için sağlıkçıların dilini konuşmaya çalışan bir anne, sadece anne…”
Yine de yetmedi anlattıklarım, inandıramadı söylediklerim. En son 1.5 ay önceki hastane odasında yaşadıklarım sırf “anne” olduğum için ciddiye alınmadı, abartılı bulundu, panikledim sayıldı. Dinlenilmedim, dinletemedim. Son anda müdahale edildi,o da sözün geçmediği yerde, çığlıkla uyarı verince!
Geçti gitti ama içimdeki acı, kızgınlık hala duruyor.
Bundan sonra sorarlarsa bana;
“evet sağlıkçıyım!”

23 Mayıs 2012 Çarşamba

abi

Akşam yemeği vakti. Hava güzel, balkonda masa kurulmuş, ablasıyla bahçede yürüyen Umut Bey bekleniyor. Bahçe ve balkon arası 3 basamak sadece. Herşeyi görebiliyorum oturduğum yerden. Hemen önümüzdeki çocuk parkını, 150 dairenin tüm çocuklarının parkta koşuşturmasını, meraklı gözlerle Umut’a bakan çocukları, büyükleri, acıyanları, sevenleri, gülenleri, hepsini…

Derken elinde basket topuyla büyüklerden bir çocuk hızla yaklaşıyor, önce bize, sonra dönüp Umut’a “merhaba” diyor. Umut önce şaşırıyor, kısa süren bir sessizlik, sonra ufacık bir “abi” kelimesi dökülüyor ağzından. Ardından muhabbet başlıyor;

-merhaba

-me

- çak bakalım, çak! Helaalll!

-adın ne sesin?

-uuuu

-hadi hadi, hepsini söyle, söyleyebilirsin

-uuuu – muu

-bravo! Yeni mi taşındın sen?

-eede

-kaç yaşındasın

- ye

-oo koca adammışsın sen yaa! Ben de 16 yaşındayım. Çok tatlıymışsın sen, ver bir yanak! Hadi görüşürüz sonra

-baybayyy

Hiç müdahale etmeden seyrediyoruz. Baya bir diyalog dönüyor aralarında. Eşime fısıldıyorum “galiba gidip şimdi çocuğa sarılacağım” Çocuk bize dönüp “iyi akşamlar” diliyor.
“iyi akşamlar” diyoruz, ağzımız kulaklarımızda… Ben dayanamıyorum yine “sağol” diyorum tüm kalbimle!

22 Mayıs 2012 Salı

21 Mayıs 2012 Pazartesi

garip

komşumun 8 yaşındaki oğluyla sohbet ettim bahçedeki kedilere mama verirken, evcil ve vahşi kediler hakkında uzun uzun, bilgiç bilgiç!
sonra içeri girip 8 yaşındaki oğlumun altını değiştirdim, ayaklarını, göbeğini mıncıklayarak, karşılıklı kıkırdayarak.
Hayat çok acayip...
Ben karşılaştırmamayı seçtim oğlumu, hiçbir zaman, hiç kimseyle... Sadece şaşırıyorum hayata, çok ama çok acayip!

18 Mayıs 2012 Cuma

hafta sonu

Adam ingiliz. Adı Tom. 10 senedir eşiyle beraber buradaymis. Burası Dalyan. Gece geç saatte tanıştık. 3 gün kalacagım otelin sahibi.
 Herkes uyuyor, otelde çıt yok. Meditasyon kampı için buradayim. Tom soyledi 14 kişiymişiz, 2 si tanıdık. Nüfus cuzdanımı istiyor kayıt için. Çantamda aranırken gözüm resepsiyonun yanında özenle hazirlanmış koşeye takılıyor. Bir kız çocuğunun fotografları ile süslenmiş koşe. Alçıdan minikmel kalıpları, ayak izleri, sevimli bir yüz, kızıl saçlar. Belli ki cok sevilmiş ve kaybedilmiş bir çocuk bu. Down sendromlu bir kız çocuğu. İçimden bir seyler akıyor, midem kasılıyor, gözlerimi kaçırıyorum. Sabah erkenden kalkıyoruz. Bahçedeki meditasyon alanına doğru yürürken kadını görüyorum. Adı Joanna. Kızına benziyor. Hepimize gülümsüyor, sıcacık. Tam yanindan geçerken gözlerinin içine bakiyorum, içimden " seni taniyorum" diyorum " seni biliyorum" sonra da " nasil dayandin?" diye soruyorum "nasıl, nasıl?" Grupla tanışma faslı, sohbet, calişma, lezzetli yemekler, bol kahve, guneşlenme ve yuruyuşlerle ilk gün geçiyor. Her an yeni bir şey duyuyor, yeni bir şey öğreniyorum, hem kendimden, hem başkalarindan. Tüm bunlar olurken gözüm hep onda, Joanna'da. Hem konuşmak istiyorum, hem onu incitmekten korkuyorum. Sonunda birakıyorum zamana, oluruna. İkinci gün oğle yemeği için Dalyan'a inmeye karar veriyoruz. Resepsiyona gidip taksi rica ediyorum. Joanna taksi numarasını ararken tam da küçük kızın koşesinin önünde duruyoruz tesadufen. "zamanı geldi" diyorum içimden "haydi" Küçük kızın resmini işaret ederek "benimde engelli bir çocuğum var" diyorum. Gözlerinin içi gülerek "sahi mi?" diyor. Kac yaşında?" O kadar sevinçle soruyor ki, engelli çocuk sahibi olmanın dünyanın en güzel şeylerinden biri oldugunu düşündüğünü hissediyorum, aynen benim düşündüğüm gibi. " oğlan" diyorum " 8 yaşında, CP'li" Rebecca'ymiş kızının adı. Ne kadar tatlı ve zeki olduğunu anlatiyor. Annesine yaptiğı şakaları, nasıl güldüğünü, kötülük kavramını nasıl hiç bilmediğini... "Onlar melek" diyor " yeryüzündeki melekler" " çok şanslısın, seninde bir meleğin var." sonra sarılıyoruz birbirimize sımsıkı sanki uzun zaman goruşmemiş iki yakın arkadaş gibi. Kulağıma "çok zor, biliyorum" diyor. "sen secilmiş olansın" Benim gözlerimden ip gibi yaş inmeye başlıyor. Kalp rahatsızlığından kızını kaybettiğini söylüyor. "eminim şimdi senin oğlunun yanindadır ve beraber oyun oynuyorlardır." Son gün tüm gruba anlatma ihtiyacı duyuyorum. Duygularım içimde taşıyamayacağım kadar büyüyor. "ben" diyorum " şimdiye kadar ölüm ve çocuk kelimelerini yanyana koyamadım, ve hiç çocuğu ölmüş bir anneyle boyle konuşmadım. Bunu bu şekilde kabullenmiş, ahlamadan, ağlamadan anlatabilen, suç aramadan, hayata küsmeden aksine sevgiyle kucak açıp, kendine mutlu bir hayat inşa eden biriyle tanişmadım. Joanna bana bir şey öğretti. Bu çocukların yaşamdayken ve yaşamdan sonra birer melek olduklarını, ve eger onlar gitmek isterlerse, geride kalınabileceğini, görmeden ama hissederek, onların çevirdiği insan olarak mutlu yaşanabileceğini gösterdi. Onlar bizi oyunun kurallarinin farkina varmiş insanlara çeviriyorlar, sevgi dolu, güçlü, hoş görülü kadinlara...Bizi dişi enerjiye döndürüyorlar. Bunu anlamak için buraya gelmem gerekiyormuş. " diyorum. Otelden ayrilirken Joanna elime üzerinde oğlumun adının yazılı olduğu bir taş tutuşturuyor. Yol boyunca durup durup taşa bakıyorum, bu guzel hafta sonu için teşekkür ederek...